“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de kalın bir perde bulunmaktadır ve onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara, 2/7)
“Sen inkâr edenleri korkutsan da, korkutmasan da birdir. Onlar iman etmezler. Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Ve gözlerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara Suresi, 2/6-7)
"Öğüt alacak olanın, öğüt alacağı kadar bir süre sizi yaşatmadık mı?" (Fâtır, 35/37)
"Mümin bir günah işlediğinde onun kalbinde bir nokta oluşturur. Kul tövbe eder, günahı terk eder ve pişmanlık duyarsa kalbinden o lekeyi siler; aksine günaha devam eder ve arttırırsa leke de artar, sonunda bütün kalbini kaplar ve kilitler. Allah'ın "Hayır! Doğrusu şudur ki, yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır." (Mutaffîfîn 83/14) buyruğundaki "karartma"dan maksat budur." (Tirmizî, Tefsir, 5; İbn Mace, Zühd, 29; bk. Kuran Yolu, Heyet, ilgili ayetin tefsiri)
Cenab-ı Hakk'ın böyle "mühür" ve "perde" ile anlatması, istiare yoluyla bir anlatımdır. (bk. Beydavi, Tefsir, ilgili ayetin tefsiri)
İstiare, bir kelimenin mânasını geçici olarak başka mânada kullanmak veya herhangi bir varlığa ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san’atıdır. “Adam sevinçten uçuyordu.” dediğimizde, “uçuyordu” kelimesinde istiare vardır. Kuşa ait olan bu özellik, mecazi anlamda çok sevinçli kimse hakkında kullanılmıştır. Onun gibi, kâfirlerin kalplerinde bir mühür ve gözlerinde bir perde olmamakla beraber, bu kelimeler kullanılmak sûretiyle iman etmemeleri ve gerçekleri görmemeleri çok daha etkili bir şekilde anlatılmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'de insanların doğru yoldan sapmaları (dalâlet) veya doğru yolu bulmaları (hidayet), iyilik veya kötülük yapmaları, bunlardan birini tercih etmeleri (irade, meşîet); hakikate his, düşünce ve idrak kapılarını kapamaları (mühürleme, perdeleme) sonucunu doğuran fiiller, birçok âyette Allah'a nispet edilmekte, Allah'ın onlara böyle yaptığı, yaptırdığı ifade edilmektedir.
KALPLER NİÇİN MÜHÜRLENİR?
إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُون
“Şüphesiz ki o küfre saplanıp kalanları uyarsan da, uyarmasan da onlara göre birdir; inanmazlar.” buyrulmaktadır.[1] Hâlbuki bilinen bir husustur ki, kâfirlerin bir kısmı hidayete ermekte bu gün kâfir olsa da yarın Müslüman olabilmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki bu ayet-i kerimede الَّذِين kelimesinin başında yer alan “ال” takısı istiğrak için değil, ahd içindir. Yani ayette, kâfirlerin tamamı değil, inkâra son verme niyeti olmayan ve dolayısıyla küfür üzere ölmeleri mukadder olan belli bazı kâfirler kastedilmektedir. Tabir caizse inkârcılardan bir kısmı, hakkı görseler de görmeseler de, doğruyu bilseler de bilmeseler de inkârlarından vazgeçmeyeceklerine dair Allah Teâlâ’ya dilekçe sunmuşlardır. Allah Teâlâ da bunların dilekçelerini kabul etmiş ve kalplerini mühürlemiştir. Nitekim bu ayet-i kerimeyi takip eden ayette;
خَتَمَ اللَّهُ عَلَىٰ قُلُوبِهِمْ وَعَلَىٰ سَمْعِهِمْ وَعَلَىٰ أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظِيم
“Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır.” buyrulmuştur.[2]
Görüldüğü gibi bu ayet-i kerimede kalpleri mühürlenen kimselerden bahsedilmekte ve bu kimseler için büyük bir azap olduğu belirtilmektedir. Ancak Allah Teâlâ’nın kalpleri mühürlemesi sebebiyle onlar inkâr etmiş değil, tam tersine inkâra saplanmaları sebebiyle Allah Teâlâ onların kalplerini mühürlemiştir. Bir başka ifadeyle birinci ayet, ikinci ayetin sonucu değil sebebidir. Yani bir kişi doğruyu görüp bildiği, hak ve hakikati anlayıp idrak ettiği halde doğruyu kabule yanaşmaz, sahtekârlık yapar ve yanlışta ısrar ederse Allah Teâlâ o kişinin kalbini mühürler. Kişi, imansızlığının faturasını Rabbine kesemez. İmansızlığından bizzat kendisi sorumludur, vebalini başkasına yükleyemez.
إِنَّ اللّهَ لاَ يَظْلِمُ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ
“Allah Teâlâ kimseye zerre kadar zulmetmez.”[3] O, kulunun kalbini mühürleyip sonra da iman etmemesinden dolayı kuluna azap etmekten münezzehtir. Bu sebeple hiç kimse ikinci ayetin, birinci ayetin sebebi olduğu vehmine kapılmamalıdır. İkinci ayet, birinci ayetin sebebi değil sonucudur. İşte konuyla ilgili birkaç ayet-i kerime:
فَبِمَا نَقْضِهِم مِّيثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِم بَآيَاتِ اللّهِ وَقَتْلِهِمُ الأَنْبِيَاء بِغَيْرِ حَقًّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌ بَلْ طَبَعَ اللّهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلاَ يُؤْمِنُونَ إِلاَّ قَلِيلاً
“Verdikleri sağlam sözü bozmalarından, Allah'ın ayetlerini inkâr etmelerinden, peygamberleri haksız yere öldürmelerinden ve "kalplerimiz muhafazalıdır" demelerinden dolayı (başlarına türlü belalar verdik. Onların kalpleri muhafazalı değildir), tam aksine inkârları sebebiyle Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Artık onlar inanmazlar.”[4]
ثُمَّ بَعَثْنَا مِن بَعْدِهِ رُسُلاً إِلَى قَوْمِهِمْ فَجَآؤُوهُم بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ بِمَا كَذَّبُواْ بِهِ مِن قَبْلُ كَذَلِكَ نَطْبَعُ عَلَى قُلوبِ الْمُعْتَدِينَ
“Sonra, onun ardından birçok peygamberi kendi toplumlarına gönderdik. Onlara apaçık mucizeler getirdiler. Fakat onlar önceden yalanlamakta oldukları şeye inanacak değillerdi. İşte biz haddi aşanların kalplerini böylece mühürleriz.”[5]
الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ وَعِندَ الَّذِينَ آمَنُوا كَذَلِكَ يَطْبَعُ اللَّهُ عَلَى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ
“Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında tartışan kimselerdir. Bu ise Allah katında ve iman edenler katında büyük öfke ve gazap gerektiren bir iştir. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler.”[6]
وَمِنْهُم مَّن يَسْتَمِعُ إِلَيْكَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِندِكَ قَالُوا لِلَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آنِفًا أُوْلَئِكَ الَّذِينَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءهُمْ
“Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıktıkları zaman (alay ederek), kendilerine bilgi verilmiş olanlara, "Az önce ne söyledi?" derler. İşte bunlar, Allah'ın, kalplerini mühürlediği ve nefislerinin arzularına uyan kimselerdir.”[7]
أَفَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ وَأَضَلَّهُ اللَّهُ عَلَى عِلْمٍ وَخَتَمَ عَلَى سَمْعِهِ وَقَلْبِهِ وَجَعَلَ عَلَى بَصَرِهِ غِشَاوَةً فَمَن يَهْدِيهِ مِن بَعْدِ اللَّهِ أَفَلَا تَذَكَّرُونَ
“Nefsinin arzusunu ilah edinen, Allah'ın; (halini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah'tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?”[8]
Bu ayet-i kerimeler dikkatle incelendiğinde, Allah Teâlâ’nın, kâfirlerin kalplerini durup dururken değil, onların inkâra saplanmaları, haddi aşmaları, kibretmeleri, hakikate ve doğruya talip olmaları gerekirken nefislerinin arzularına uyarak hakikatlerle alay etmeleri, kısacası samimiyetsiz olmaları sebebiyle ilahî bir bilgiye istinaden mühürlendiği anlaşılmaktadır.
[1] Bakara, 2/6.
[2] Bakara, 2/7.
[3] Nisa, 4/40.
[4] Nisa, 4/155.
[5] Yunus, 10/74.
[6] Mümin, 40/35.
[7] Muahmmed, 47/16.
[8] Casiye, 45/23.