Naibin İsmi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Naibin İsmi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Eylül 2016 Salı

Hadislerde Hz.Mehdinin Dördüncü Naibin (Vekili Yardımcıları) İsim ve Lakapları

Ebu-l Hasan Ali b. Muhammed Semuri

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın özel naiplerinin dördüncüsü ve sonuncu­su Ebu-l Hasan Ali b. Muhammed Semuri’dir ki, Hüseyin b. Ruh Nevbahtî’den sonra naiplik görevini üslenmiştir.

Merhum “Mamaganî” Rical kitabında şöyle yazmaktadır: “Ali b. Muhammed Semuri, Hüseyin b. Ruh’tan sonra naip idi ve onun kün­yesi Ebu-l Hasan’dır. Bu değerli şahsiyetin güvenilirliği o ka­dar meşhurdur ki, zikretmeye gerek bile yoktur. O güneş gibi, nurunu yaymaktadır. Onun Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’a olan naipliği Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh’un vasiyeti üzerine gerçekleşmiştir. [1]

Şeyh Tusi onu “Ali b. Muhammed Semuri” unvanıyla; İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın ashabından saymaktadır.

Hz. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm ’ın onunla bazı sohbetleri rivayet olunmuştur ki Ali b. Muhammed Semuri’nin İmam’ın ashabından olduğunu göstermektedir.

Semuri Şia olan dindar bir aileye mensuptu, Şiiliğe yapmış oldukları hizmetleriyle tanınmış olmaları, naiplik ve sefirliğinde önemli bir muhalefetle karşılaşmamasını sağlamıştır. [2]

Bu ailenin bir çok fertleri örneğin; İsmail b. Salih ve Ali b. Ziyad’ın çocukları Hasan ve Muhammed’in Basra’da çok fazla mal ve mülkleri vardı. Onlar bu mülklerinin gelirinin yarısını on ikinci İmam aleyhi’s-selâ­m ’a vakfetmişlerdi. İmam aleyhi’s-selâm her yıl vakfettikleri geliri almaktaydı ve onlarla mektuplaşmaktaydı. [3]

Semuri’nin faaliyet gösterebilmesi için pek bir fırsatı yoktu. Semuri’nin naipliği zamanında zulüm sistemi, kan dökmekte doruk noktaya ulaşmıştı. Bu uygun olmayan ortam, onun faaliyetlerinin sınırlı kalmasında büyük rol oynadı.

Ama bütün bu olumsuz şartlara rağmen tüm Şiiler onu onaylayıp ka-bul etmişlerdi. Naipler onu Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın gerçek naibi olarak resmiyette tanıyarak şer’en ödemeleri gereken malları ona teslim etmekteydiler. [4]

Hz. Mehdi (a.s) Tarafından Ali b. Muhammed’e Hitaben Gönderilen Mektup

Semuri’nin ölümünden altı gün önce Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından gönderilen mektupta Hz. Mehdi dördüncü naibinin öleceği haberini vererek, onun ölüm tarihini bildirdi. Bu önemli mektupta Gaybet-i Suğra’nın (küçük gaybetin) tamamlanıp özel naipliğin kesildiğini ve Gaybet-i Kübranın (büyük gaybetin) ve umumi naipliğin başladığını beyan etmekteydi ilahi bir mucize ve hüccet olan bu mektup bir çok hadis kitaplarında naklolunmuştur. Biz bu mübarek ilannameyi Merhum Tabersi’nin İhticac kitabından nakletmekteyiz.

Merhum Tabersi şöyle yazmaktadır: “Küçük Gaybette oldukça methedilen ve İmam-ı Zaman’ın rızasını kazanmış olan sefirlerin (naiplerin) birincisi Şeyh muvassak Ebu Amr ve Osman b. Said-i Amri’dir ki ilk olarak İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın onu bu göreve tayin etmiştir, daha sonra ise oğlu, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm tarafından bu göreve atanmıştır. Bu değerli şahsiyet, O iki İmam hayattayken onların vekilliğini yaptı. O iki İmam’dan sonra ise Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın işlerini yürütmek görevini üslendi. Şiilerin birçok iş ve sorularının onun vesilesiyle İmam’a ulaştırılıyor ve cevaplandırılıyor. Osman b. Said Allah’ın rahmetine kavuşunca oğlu Muhammed b. Osman onun yerine geçerek onun işlerini üstlendi. O değerli şahsiyet de vefat edince, Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh Nevbahtî onun yerine atandı. Onun da ölmesiyle Ebu-l Hasan Ali b. Muhammed Semuri onun yerine geçti. Bunlardan hiç biri Emir sahibi olan Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’dan atanma emri gelmeden bu büyük makama geçmemişlerdir; her biri Hz. Mehdi’nin emri üzerine kendisinden sonraki naibi tayin etmekteydi. Şiiler de onların naipliğini tasdik edip onaylayacak emir Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından yayınlanmayıncaya kadar, onların sözlerin kabul etmemekteydiler.

Ebu-l Hasan Semuri’nin ölüm anları yaklaştığı zaman ona, sizden sonra kimi yerinize bırakmaktasınız? diye sordukları zaman o, cevap olarak “Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın mektubunu” çıkararak millete gösterdi; mektubun metni şöyledir: [5]

“Ey Ali B. Muhammed; Yüce Allah senin ölüm yasından dolayı din kardeşlerine bol sevap versin, sen bu günden itibaren altı gün içerisinde vefat edeceksin. Bu nedenle işlerini (hesap kitabını) toparla ve Naiplik hususunda senin yerine geçmesi için hiç kimseye vasiyette bulunma, zira Büyük Gaybetin vakti gelmiştir. Artık Yüce Allah’ın isteyeceği güne kadar zuhur olmayacaktır. O gün ise uzun müddetlerden sonra; kalplerin katılaşmasından ve yer yüzü zulümle dolduktan sonra gerçekleşecektir. Kısa bir zaman sonra benim Şiilerimden beni görme iddiasında bulunanlar olacaktır. Süfyani huruç etmeden ve gökten duyulacak olan feryat duyulmadan önce beni gördüklerini iddia edenler yalancı ve iftiracıdırlar. Güç ve Kudret yüce Allah’ındır.” [6] Orda bulunanlar Hz. Mehdi nişanesi olan bu mektuptan kendi yanlarında bulundurmak için bazı nüshalar yazıp onun yanından ayrıldılar. Altı gün sonra tekrar onun yanına geldikleri zaman, onun can vermek üzere olduğunu gördüler. Birileri ondan senin vekilin kimdir? diye sorunca o şöyle buyurdu: Allah kendisinin üstlenip sona erdireceği bir meşiyeti vardır. Bunu dedikten sonra can verdi ve bu ondan işitilen en son söz oldu; Allah ona rahmet etsin.

O zamandan itibaren on ikinci İmam aleyhi’s-selâm ’la olan direk irtibat sona erdi ve böylece Gaybeti Suğra “Küçük Gaybet” son bularak Gaybeti Kubra “Büyük Gaybet” başlamış oldu.

Şeyh Tabersi’nin Rivayet ettiğine göre, Ebu-l Hasan Ali b. Muhammed Samuri 329 Hicri yılında vefat etmiştir ve onun Mubarek kabri Bağdat’ta Halenci caddesinde, Ebu Uttab nehrinin yakınlarında bulunmaktadır. [7]

İmam-ı Zaman Tarafından Dördüncü Naibe Hitaben Yazılmış Olan Mektubun İncelenmesi

İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın Ali b. Muhammed Samuri’ye göndermiş olduğu son mektubunda bir çok meseleyi vurgulamışlardır ki, her akıl ve fikir sahibi biraz dikkat edecek olursa şu noktaları elde etmesi mümkündür:

1- Dördüncü naip, İmamın mektubunda bildirildiği gibi altı gün sonra bildirilen günde vefat etti. Böylece önceden haber verilen olayın gerçekleşmesiyle İmamın tüm naipleri ve Şia’nın ileri gelenleri bu mektubun Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından gönderildiğine yakin ettiler.

2- İmam Mehdi aleyhi’s-selâm Dördüncü naibe hiç kimseyi kendi yerine tayin etmemesini emretmiştir. Bu emir, sefirler ve naiplerin o İmam’la direk irtibatlarının kesildiğini ve bu yüzden Gaybeti Kübra döneminde özel naipliğin olmayacağını bildirmektedir.

İmam Mehdi aleyhi’s-selâm bu son buyruklarında doğrudan irtibatın kesildiğini ilan edince, dört naip tarafından görevlendirilmiş vekiller, faaliyetlerini durdurdular özellikle Humus toplamaktan kaçındılar. Böylece kim İmam Mehdi’nin sırdaşı olduğunu iddia edecek olursa bu onun dinsiz ve sahtekarlığının bir belirtisi olarak bilindi.

3- Bu mektup ikinci gaybetin yani Büyük Gaybetin başladığını ilan etmekteydi.

4- Bu mektuba göre Allah izin vermedikçe İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın zahir, aşikar olmayacaktır; onun zuhur etmesi “gelmesi” kalplerin taşlaşmasından, Dünyanın zulüm, sitem ve fesatla dolmasından sonra gerçekleşecektir.

5- Bu mektupta değişmesi mümkün olmayan iki büyük alamete değinilmiştir. Biri Süfyani’nin huruç etmesi ve diğeri gökten gelecektir ve her tarafta duyulacak olan ses. Bu alametler İmam zuhur etmeden önce, gerçekleşecektir.

6- Ayrıca bu buyruktan herkim gaybeti Kübrada Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ı gördüğünü iddia edecek olursa yalancı olduğu anlaşılmaktadır. Elbette şunu biliyoruz ki güvenilir emin birçok değerli şahsiyet eskiden beri İmam Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın Mübarek huzurlarına vararak feyizlenmişler. Bu görüşmeler özellikle söz konusu şahsiyetlerin vefatından sonra kuvvetli senetlerle bize ulaşmış ve bu asrımızda dahi bir çokları bu saadete ermişlerdir. Şimdi şöyle bir soru akla gelebilir: Nasıl oluyor Gaybeti Suğra “Küçük Gaybet” zamanında dördüncü naibe hitaben ilan edilen buyrukta, “Her kim gökten bir feryadın kopmasından ve Süfyani’nin huruç etmesinden” önce İmam’ı gördüğünü iddia edecek olursa, yalancı ve iftiracıdır diye niteleniyor?”

Cevap olarak şunu deriz; bazı şahsiyetlerin de belirttikleri gibi bu mektupta “görmeyi” iddia edenlerden amaç görme bahanesiyle naiplik iddiasında bulunanlar, kendisini İmam’la millet arasında ki aracı olduğunu iddia edenlerdir. Ama hiç bir iddiası olmayan, özellikle de vefatlarından sonra İmam’la görüştükleri bazı müminler tarafından bilinen kimseler, bu mektupta söz konusu edilen yalancı iddiacılarla ilgili olmayan kimselerdir.

[1] - Tankih-ul Magam, c. 2, s. 305.

[2] - Aherin Umid, s. 109.

[3] - İsbat-ul Vesiye, s. 216-217. Tarih-i Siyasi-i Gaybet-i İmam-ı Devazdehum; Aherin Ümid, s. 108.

[4] - Kemal-ud Din, c. 2, s. 517.

[5] - Merhum Şeyh Seduk “Kemal-ud Din” kitabında İmam-ı Zaman’ın nişanesi olan bu mektubun senedini şöyle açıklamaktadır: Şeyh Seduk rivayet etmektedir ki, Ahmed b. Hasan, şöyle söylemektedir: Şeyh Ebu-l Hasan Ali b. Muhammed Semuri’nin (Allah ruhunu şad etsin) vefat ettiği yılda ben Bağdat’ta bulunmaktaydım. Vefatından bir kaç gün önce hizmetine gittim. O değerli şahıs Hz. Mehdi (a.s) tarafından yayınlanmış olan fermanı, mektubunu şu ibaretle bana okudu: Kemal-ud Din, c. 2, s. 216, hadis: 44.

[6] - el-İhticac, c. 2, s. 478; Kemal-ud Din, c. 2, s. 516, hadis: 44; el-Gaybet, s. 395, hadis: 365; Biharu’l-envar, c. 51, s. 360, hadis: 7 ve c. 2, s. 151, hadis: 1 ve c. 53, s. 318; İlmul Varis, s. 417; el-Haraic, s. 1129; Akidetu Şia, s. 48, v.b ....

[7] - El-Gaybet, s. 396, hadis: 367.


Hadislerde Hz.Mehdinin Üçüncü Naibin (Vekili Yardımcıları) İsim ve Lakapları

Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh Nevbaht-î

Özel naiplerin üçüncüsü Hüseyin b. Ruh Nevbahtî’dir. O, Bağdat Şiileri arasında tanınmış bir isim ve Muhammed b. Osman Amri’nin güvendiği şahıslardan biriydi.

Muhammed b. Osman ölümünden iki üç yıl önce, Şiilerden humus veya diğer şer’i borçlarını bazılarını Hüseyin b. Ruh Nevbahtî’ye vermelerini istiyordu. Böylece onun Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından naiplik etmesi için ortamı hazırlıyordu. Bu konuda şüpheye düşenlere de bunun Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ın emri olduğunu özellikle belirtiyordu.

Bazı rivayetlerden Muhammed b. Osman’ın, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın emriyle ölümünden iki veya üç yıl önce, Hüseyin b. Ruh’u kendisinden sonra İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naibi olarak Şiilere tanıtmış olduğu anlaşılmaktadır.

Bunun sebebiyse açıktır. Çünkü Hüseyin b. Ruh’un güvenilir, emin biri olduğu ve Naipliği hakkında İmamlardan herhangi bir nass gelmemişti. Öte yandan Bağdat naipleri arasında Muhammed b. Osman ile daha fazla irtibatı olan kişiler vardı. Bu sebeple Şiilerin birçoğu Hüseyin b. Ruh’un naipliğe seçilebileceğini tasavur etmiyorlardı.

Bu nedenle ikinci naip Muhammed b. Osman, kendisinden sonra onun Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından naipliğe seçilmiş olduğunu her fırsattan istifade ederek açıklamaya çalışıyordu.

Bu konuyu daha güzel bir şekilde açıklayan hadislere değinmek istiyoruz:

1) Ahmed b. İbrahim, Abdullah b. İbrahim ve Nevbahtî evlatlarından bir grup şöyle nakleder: [1] “Muhammed b. Osman ölüm yatağındayken Ebu Ali b. Hemman, Ebu Abdullah b. Muhammed Katib, Ebu Abdullah Baktani, Ebu Sehl İsmail b. Ali Nevbahti, Ebu Abdullah b. Vecna gibi Şiilerin bazı tanınmış isimleri hep birlikte Muhammed b. Osman’ın yanına giderek şöyle sordular: “Eğer sizin başınıza bir şey gelecek olursa sizden sonra yerinizi kim alacaktır?” Muhammed b. Osman: Benden sonra şu Hüseyin b. Ruh b. Ebi Bahr benim yerime oturacak olan ve sizinle İmam-ı Zaman arasında ki sefir, onun güvendiği, itimat ettiği naipdir. Benden sonra ona başvurun ve önemli işlerinizde ona güvenin. Bana bu emredilmiş ve ben de onu iletmiş bulunuyorum.”

2) Ebu Ali Muhammed b. Hemmam şöyle rivayet etmekte: “Muhammed b. Osman (Allah ondan razı olsun) ölümünden önce Şiilerin ileri gelen büyüklerini toplayarak şöyle dedi: “ Eğer benim ölümümden sonra, yerime geçecek olan Hüseyin b. Ruh Nevbahtî’dir. Ben onu kendi yerime tayin etmekle görevliyim; artık sizler de ona başvurun, işlerinizde ona güvenin.” [2]

3) Cafer b. Muteyyil şöyle rivayet eder: “Muhammed b. Osman’ın (Allah ondan razı olsun) ölümü esnasında onun baş tarafında oturmuştum ve onunla konuşarak soru sormaktaydım; Hüseyin b. Ruh ise onun ayak tarafında oturmuştu. O esnada Muhammed b. Osman bana dönerek şöyle buyurdu: Vasiyetlerimi Hüseyin b. Ruh’a etmekle görevliyim. Bu sözden sonra ben yerimden kalkarak Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh’ un elinden tutarak kendi yerime oturttum ve kendim ayak tarafına geçtim.

İmam-ı Zaman Tarafından, Hüseyin b. Ruh’u

Te’yid Edici İlk Tevkisi

Ebu-l Abbas b. Nuh şöyle diyor: Ahvaz’dan Muhammed b. Nefis’in kendi hattıyla şöyle yazmış olduğunu gördüm: “Kutsal taraftan (Hz. Mehdi tarafından) Hüseyin b. Ruh hakkında gelen ilk tevki şu şekildeydi: Biz onu (Hüseyin b. Ruh’u) tanıyoruz yüce Allah tüm iyilikleri ve Rızasını ona tanıtsın ve ona başarılar versin, saadete eriştirsin; onun mektubundan haberimiz vardır; o her yönüyle bizim güvenip, emin bildiğimiz biridir. Onun bizim yanımızda, kendisini mutlu edecek bir makam ve derecesi vardır. Allah nimet ve ihsanını daha bir fazlalaştırsın...” [3]

Bu tevki pazar günü Şevval ayının altısı, 305 yılında gelmiştir. Bu tevkiden, naipliğinin ilk dört ayında, Hüseyin b. Ruh’un Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’la yazılı irtibat olmadığı anlaşılmaktadır.

Hüseyin b. Ruh’un İmam-ı Zaman (a.s)’ın Naibi Olarak Göreve Başlaması

Ebu Cafer Amri’nin ölümünden ve onun vasiyeti üzerine Hüseyin b. Ruh’un Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naibi olarak seçilmesinden sonra, Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh Bağdat’ta bulunan “Daru’n-niyabe”ye gelerek resmen göreve başladı ve Şia’nın ileri gelen şahsiyetleri onun etrafına toplandılar. Ebu Cafer’in hizmetçisi olan “Zeka” Ebu Cafer’in asası ve sandığının anahtarı elinde olduğu halde içeri girerek: “Ebu Cafer kendisini toprağa verdikten ve siz onun yerine geçtikten sonra bu eşyaları ve içerisinde İmamların mühürleri bulunan bu sandığı size teslim etmemi emretti.” dedi.

Hüseyin b. Ruh Bağdat’taki on naibi ve öteki şehirlerde bulunan diğer naiplerinin yardımıyla İmam-ı Zaman aleyhi’s-selâm’ın naipliği vazifesine başladı. Mantıklı ve akıllı bir program izleyerek kendisini dost ve düşmana kabul ettirdi. Nevbahtî Ailesine yakınlığından ve onların Abbasiler yönetiminde nüfuzları olduğundan, öte yandan Şiiliğe eğilimli olan Fırat Ailesinden bazılarının yüksek devlet kademelerinde bulunduğundan dolayı ilk başlarda devlet engellemeleriyle karşılaşmadı. Öte yandan Muhammed b. Osman ölmeden önce onun kendisinden sonra naip olduğunu birçok yerde vurgulayarak belirttiğinden dolayı Şiiler onun naipliği hakkında en küçük tereddüde kapılmadılar. Bundan dolayıdır ki, onun zamanında, Şelmağani’nin dışında, yalan yere naiplik iddiasında bulunanlara rastlamamaktayız.

Hüseyin b. Ruh’un İslam beldelerinin birçoğunda halkın kendisiyle irtibatını sağlayacak naipleri vardı. Ahvaz’da onun milletle irtibatını sağlayan Muhammed b. Nefis bu görevi yapıyordu ki, İmam-ı Zaman aleyhi’s-selâm’ın Hüseyin b. Ruh’ûn hakkındaki ilk tevkii de onun vasıtasıyla yayınlanmıştı. Hüseyin b. Ali Vecna Nuseybin’de faaliyet gösteriyordu. Mısır’da da bu görevi üstlenen elamanları vardı. Azerbaycan’da Kasım b. Ala ve onun yardımcıları Ebu Hamid İmran b. Müflis ve Ebu Ali Hacder, ondan sonra da oğlu Hasan bu görevi yapıyorlardı. Rey’de Muhammed b. Cafer Esedi Razi, Belhide ise Muhammed b. Hasan Sayrefi, halkın Hüseyin b. Ruh ile irtibatını sağlıyorlardı. [4]

Hüseyin b. Ruh’un Siyasi Yaşantısından Bölümler

Önceden de belirtmiş olduğumuz gibi Hüseyin b. Ruh’un, Nevbahtî ailesine mensup olmasından dolayı “Muktedir” zamanında (H. 295- 320) Abbasi yönetiminin saygı duyduğu bir şahıstı.

Onun Abbasi yönetiminin yanındaki saygınlığı büyük ölçüde vezirlerin izlediği politikaya bağlıydı. Güç, halifeden çok vezirlerin elindeydi. Özellikle küçük yaşta hilafete yetişmiş olan Muktedir’in döneminde son kararı vezirler vermekteydiler. Bu nedenle vezirlerin değişmesiyle siyasi ortam da değişmekte ve yeni bir siyaset izlenmeye başlanmaktaydı. Bu sebeple Hüseyin b. Ruh’un siyasi yaşantısı da değişmekteydi. Bazen açıkça faaliyet gösterir, bazen de gizli çalışmak zorunda kalıyordu. Muktedir’in düştüğü zamanlar bile olmuştu. Birinci ve ikinci naibin aksine Şii ve Sünni tarihçiler Hüseyin b. Ruh’un hayatını genişçe yazmışlardır.

Merhum İkbal bu konuda şöyle yazıyor:

Hüseyin b. Ruh naipliğe seçildiği günden itibaren, Hamid b. Abbas’ ın vezirliğine kadar [5] tam bir saygınlıkla Bağdat’ta yaşamaktaydı. Evi amirlerin, siyasi, içtimai şahsiyetlerin ve azledilmiş vezirlerin gidip geldiği bir yer idi. [6]

Önceden de belirtmiş olduğumuz gibi, Fırat hanedanı onun şahsına ve görüşüne ihtiram gösterdikleri ve İmamiye mezhebinin takipçileri sayıldıkları için bu hanedan iş başında bulunduğu sürece, hiçbir kimse Hüseyin b. Ruh’u, ashabını rahatsız etmiyor ve Şiiler ona vermekle görevli oldukları malları dört bir yandan ona getiriyorlardı. Ama Fırat hanedanı Hamid b. Abbas tarafından görevden alınıp mallarını ve kölelerine el konulunca, Hüseyin b. Ruh oldukça zor anlar yaşadı. Bu konuyu ayrıntılarıyla aktaran bir belge elimize ulaşmamıştır. Şu kadarı kesindir ki, üçüncü naip bu tarihten zindandan çıkış tarihi olan 317 yılına kadarki yaşantısı tarihte açıklanmamıştır. Tarihçilerin belirtmiş olduklarından üç noktayı anlamak mümkündür:

1- Hüseyin b. Ruh, Devlet Mahkemesinin kendisinden belli bir mal istemesinden dolayı 312 yılında hapse düştü. Onun hapse düştüğü yılın 312 olduğunu iki yoldan elde etmek mümkündür:

a) Şia rivayetleri, Hüseyin b. Ruh’un, 312 yılının zilhicce ayın da Halife Muktedir’in zindanında olduğunu bildirmektedir. [7]

b) O hapiste beş yıl kaldı; [8] 317. yılının Muharrem ayında hapisten çıktığına göre [9] 312 yılında hapse düşmüş olmalıdır.

2- Hüseyin b. Ruh bir süre gizli şekilde yaşadı. O bu müddet zarfında İbn-ul Azakır lakabıyla tanınan Ebu Cafer b. Ali Şelmağani yi kendi yerine naip olarak atadı. Şelmağani onunla Şiiler arasında vasıta ve elçi durumundaydı. [10] Anlaşılan onun gizli şekilde yaşaması hapse düşmeden önce başlamış; çünkü bu tarihten önce Şelmağani doğru akide üzerinde bulunmaktaydı ve o zamana kadar sapıp peygamberlik iddiasında bulunmamıştı. Onun doğru yoldan sapması 312 yılına denk gelmektedir ve aynı yılın zilhicce ayında Hüseyin b. Ruh aracılığıyla onu lanetleyen bir tevki gelmiştir. [11]

Hüseyin b. Ruh hapisten çıktıktan sonra, Bağdat’ta eskiden olduğu gibi izzet ve ihtiram ile Şiilerin işleriyle meşgul oldu. [12] Şiiler yine ellerindeki İmam malını ona veriyorlar ve Nevbahtî ailesine mensup Ebu Yakup İshak b. İsmail (ölm. H. 322), Ebu-l Hüseyin Ali b. Abbas (244-324) ve Ebu Abdullah Hüseyin b. Ali Nevbahtî (ölm. H. 326) devletin önemli makamlarında oldukları için kimse Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh’u zorluğa düşürecek sorunlar çıkaramıyordu. Bu tarihlerde onun evi Bağdat zenginlerinin, saray adamlarının ve eski vezirlerin gidip geldiği bir yer durumundaydı. Hatta bunların bazıları Halifenin ve vezirlerin yanında işlerini yürütebilmek amacıyla Hüseyin b. Ruh’tan yardım istemekteydiler.

Örneğin: Ebu Ali b. Mugle (İbn-i Mugle Hicri 316-318 yıllarında Muktedir’in veziri idi.) 325 yılında ondan yardım istedi. Hüseyin b. Ruh ise onun işini halletmek amacıyla, İbn-i Raik’ın veziri olan Ebu Abdullah Hüseyin b. Ali Nevbahtî, ile sohbet etti ve Ebu Abdullah onun sorununu çözdü. [13]

Hüseyin b. Ruh’un İlmi Makamı

İlk asrın tarihçileri ve hadisçilerinin açıklamalarına göre, Hüseyin b. Ruh asrının en akıllı ve dost düşman arasında en bilgili şahıslardan sayılmaktaydı. Onun naiplik zamanlarında yapmış olduğu ilmi tartışmalar ve sorulan sorulara güzel bir şekilde cevap vermesi o büyük şahsiyetin ilim derecesinin yüceliğini göstermektedir. Onun ilmi makamını açıklayan bazı rivayetleri burada nakletmek istiyoruz.

1- Muhammed b. ibrahim b. İshak Talegani (Allah ona rahmet etsin) şöyle diyor: “Ben Şeyh Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh’un yanında, aralarında Ali b. İsa Kasri’nin de bulunduğu bir cemaatle birlikte oturmuştuk ki bir şahıs kalkarak Hüseyin b. Ruh’a hitaben:

-Sizden bir konu hakkında soru sormak istiyorum; dedi.

Hüseyin b. Ruh: İstediğini sor; dedi.

O şahıs: Acaba İmam Hüseyin aleyhi’s-selâm Allah’ın velisi miydi? diye sordu.

Hüseyin b. Ruh: Evet; dedi.

O şahıs: “Acaba Allah’ın, düşmanını dostuna musallat etmesi doğru mudur?” diye sorunca Hüseyin b. Ruh şöyle cevap verdi: “Sana söyleyeceklerimi dikkatle dinleyerek aklına yerleştirmeye bak! Bunu bil ki, yüce Allah insanlarla açık bir şekilde sohbet edip karşı karşıya konuşmaz. Onlara kendilerinden ve  onlar gibi beşer olan peygamberleri gönderir. Eğer Allah insanlara kendi türlerinden olmayan peygamberler gönderseydi, onlardan yüz çevirir, sözlerini dinlemezlerdi. Buna rağmen kendi türlerinden olan, onlar gibi yemek yiyip, pazarda dolaşan biri onlara gelince; “Sizler de bizim gibi beşersiniz. Sizlerden bir şey kabul etmeyiz. O nedenle öyle bir şey getirin ki, biz onu yapmaktan aciz olalım ve böylece anlayalım ki siz bizlerin göremediği bir şeyler görmektesiniz.” dediler. Yüce Allah da onlara, insanların aciz olduğu mucizeler verdi. Onlardan biri (Hz. Nuh aleyhi’s-selâm) mucizesini tufan ile gösterdi ki, kavmi uyarıp korkuttuktan sonra ve mazeretlerini ortadan kaldırdıktan sonra gerçekleşmiştir. Bu vesile ile hakka baş kaldıranlar suda boğuldu. Diğeriyse (Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm), ateşe atıldı ama, ateş ona soğuk ve selamet oldu. Bir başkası ise (Hz. Salih aleyhi’s-selâm), sert kayadan bir dişi deve çıkardı ki memelerinden süt akmaktaydı. Bir başkası ise (Hz. Musa aleyhi’s-selâm ), Allah’ın izniyle denizi parçalayıp taştan çeşmeler akıttı ve kuru ağaç olan asasını canavara dönüştürdü ve böylece asası sihirbazların tüm sihirlerini yuttu. Bir diğeri (Hz. İsa aleyhi’s-selâm) kör olarak dünyaya geleni ve abraş hastalığına duçar olanı iyileştirdi ve ölüyü diriltti. İnsanlara evlerinde yemiş oldukları ve depoladıkları şeyleri haber vermekteydi. Onların sonuncusu ise (Peygamberi Ekrem sallâ’llâhu aleyhi ve alih), Ay’ı ikiye böldü. Hayvanlar, örneğin deve, kurt vb. onunla sohbet etmekteydiler.

Peygamberler böyle mucizeler getirdiler ve insanlar bu mucizeler karşısında aciz kaldılar. Yüce Allah, lütuf ve hikmetiyle mukadder kıldı ki, böyle mucize ve kudretlere sahip olmalarına rağmen peygamberleri bazen galip, bazen de mağlup oluyorlardı. Bazen zafere ulaşıyor, bazen de yenilgiye uğruyorlardı. Eğer yüce Allah her zaman onları zafere ulaştıracak ve yenilgiye uğratarak imtihan etmeyecek olsaydı insanlar onları ilah edinirlerdi, onların belalara imtihanlara karşı sabırdaki makam ve dereceleri belli olmazdı.

Bu sebeple yüce Allah bu hususta onları da diğer insanlar gibi karar kılmıştır ki, imtihan ve deneme anlarında başarılı olduklarını gösterebilsinler ve düşmanlarına karşı kazanmış oldukları üstünlük ve zaferlerde şükredenlerden olsunlar, her hallerinde tevazu etsinler, itaatsizlik ve zulmedenlerden olmasınlar. Böylece kulları bilsinler ki, onları yaradan bir Allah vardır, bütün işlerin tedbiri O’nun elindedir. Böylece O’na ibadet etsinler ve göndermiş olduğu emirlere uysunlar. Bu vesileyle hadlerini aşarak peygamberlik ve ilahlık iddia edenler, keza inat edip Allah’ın emrini görmezlikten gelerek günaha koşanlar, melekleri ve peygamberlerinin Allah tarafından getirmiş oldukları dini inkar edenler için hüccet tamamlanmış, bahane yolları kapanmış ve sonuçta iyiyle kötü ortaya çıkmış olsun. “… Fakat helak olanın, apaçık bir delil görerek helak olması, diri kalanın da gene apaçık bir delil görerek diri kalması için Allah, olacak bir işi yerine getirmek üzere bunu böyle yaptı ve şüphe yok ki Allah, mutlaka her şeyi duyar, bilir.” [14]

Muhammed b. İbrahim b. İshak diyor ki: “Ertesi gün Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruhun yanına gittim; içimden kendi kendime: “Acaba o, dün söylediklerini kendisinden mi söylüyordu?” diyordum. O esnada Hüseyin b. Ruh’un bana hitaben: “Ey Muhammed b. İbrahim! Ben gökten düşerek uçan kuşların yemi olmayı veya kasırgalara maruz kalmayı, Allah’ın dini hakkında kendi yanımdan bir şey söylemeye tercih ederim! Bu sözler başka bir yerden kaynaklanmaktadır, Allah’ın Hücceti olan İmam-ı Zaman’dan işittim.” [15]

2- “Türk Herevi” olarak tanınan kelam alimlerinden biri, Hüseyin b. Ruh’a şöyle sordu: Peygamber-i Ekrem sallâ’llâhu aleyhi ve alih ’in kaç kızı vardı?” Hüseyin b. Ruh: “dört” diye cevap verdi.

-Bunlardan hangisi daha faziletliydi?

-Fatıma selâm’ullahi aleyha

-Niçin o? Oysa o kızların en küçüğü, dolayısıyla da Peygamberle en az birlikte olanıydı?

-Fatıma selâm’ullahi aleyha’nın daha faziletli olmasının sebebi, onun iki özelliğindendi. Birincisi, Peygamber’den miras alan oydu. İkincisi, Peygamberi Ekrem’in soyu onun vasıtasıyla devam etmiştir. Yüce Allah’ın bunu ona vermesinin sebebi, Fatıma selâm’ullahi aleyha’nın ne kadar halis ve temiz olduğunu bilmesindendir.

Türk Herevi şöyle belirtmektedir: “Bu konuyu Hüseyin b. Ruh gibi özet ve açık bir şekilde açıklayan kimse görmedim.”

Hüseyin b. Ruhun Keşif ve Kerametleri

Naiplerin faaliyetlerinden biri de, Şiilerin onların naipliği hakkındaki şüphelerini gidermeye yönelikti. Bu da bazı sırları, alametleri açıklamak ve delil talebinde bulunanlara Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ tarafından açık deliller göstermekten başka bir yolla mümkün değildi. Üçüncü naip Hüseyin b. Ruh da bu kaideden müstesna değildi. Bu hususta kaynaklarımızda birçok kıssalar vardır. Örnek olarak birkaçını burada aktarıyoruz.

1- Hüseyin b. Ali b. Babevey (Şeyh Saduk’un kardeşi) şöyle nakletmektedir:

Karamitenin hacılara saldırdığı yılda (H. 311) Kum ahalisinden bir grup bana şöyle anlattılar: Babam (Ali b. Babevey) Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh’a bir mektup yazarak hacca gitmesi için Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’dan izin almasını istedi. İmamdan şöyle emir geldi: “Bu yıl hacca gitme!” Babam ikinci bir mektup yazarak “Haccımız farz olduğu halde erteleyebilir miyiz?” diye sordu. Cevaben: “Eğer gitme mecburiyetinde isen son giden kervanla git.”

Babam en son kervanla gittiği için saldırıya maruz kalmadı, ama diğer kervanlarda bulunanların tümü öldürüldü. [16]

2- Ebu Cafer Muhammed b. Ali Esved şöyle nakletmektedir: “Muhammed b. Osman Amri’nin ölümünden sonra Ali b. Hüseyin b. Musa Babaveyh (Şeyh Saduk’un babası) benden Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh’a Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’dan ona (Ali b. Babeveyh’e) çocuğu olması için dua etmesini istemesini söylememi istedi. Ben, Ali b. Hüseyn’in ricasını Hüseyin b. Ruh’a ilettim. O da durumu İmam aleyhi’s-selâm’a arz etti. Üç gün sonra Hz. Mehdi aleyhi’s- selâm ’ın Ali b. Babeveye dua ettiğini ve kısa zamanda Yüce Allah’ın ona insanlara faydalı olacak erkek bir çocuk vereceğini ve ondan sonra da başka evlatlarının olacağını bana haber verdi. Ebu Cafer Muhammed b. Esved şöyle diyor: Hüseyin b. Ruh’tan İmam’ın benim hakkımda da böyle bir duada bulunmasını istedim, ama o benim ricamı kabul etmeyerek şöyle dedi: “Bu isteğin mümkün değildir.” Bu olaydan sonra bir yıl geçmeden Ali b. Babeveyh’in oğlu Muhammed (Şeyh Saduk) ve ondan sonra ise diğer evlatları dünyaya geldi; ama bana evlat nasip olmadı. Şeyh Saduk Ebu Cafer b. Babeveyh şöyle belirtmekte: “Ebu Cafer Muhammd b. Ali Esved benim Muhammed b. Hasan b. Ahmed b. Velidin ders toplantılarına gittiğimi ve ilmi kitapları okumaya karşı aşırı ilgim olduğunu gördüğü her defasında şöyle diyordu: Senin ilme karşı böyle büyük bir ilgi göstermen şaşılacak bir şey değildir; sen Hz. Mehdi ’nin duasıyla dünyaya gelmişsin.” [17]

3- “Ebu Ali Bağdadi” olarak tanınan Hüseyin b. Ali b. Muhammed Kummi şöyle demekte: “İbni Cavşir” diye tanınan bir şahıs Buhara’da bana on külçe altın vererek onu Bağdat’ta Şeyh Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh’a vermemi istedi, ben de onları alarak yola koyuldum “Amviye” [18] şehrine yetiştiğim zaman onlardan birini, farkında olmadan kaybettim. Bağdat’a ulaştığım zaman onları teslim etmek için çıkardığımda onlardan birinin kaybolduğunu fark ettim. Gidip aynı ağırlıkta bir külçe altın aldım ve öteki dokuz külçeyle birlikte Hüseyin b. Ruh’a götürdüm; önüne koyduğumda Hüseyin b. Ruh eliyle benim aldığım altın külçeyi göstererek şöyle buyurdu: “Kendi aldığın o külçeyi kaldır. Zira kaybetmiş olduğun o külçe bize ulaştı.” sonra onu çıkararak bana gösterdi; gördüm ki gerçekten de benim kaybettiğim külçedir.

4- Ebu-l Abbas b. Nuh, Ebu Abdullah Hüseyin b. Muhammed b. Sure Kummi’den şöyle rivayet etmektedir: “Serve isminde abid birini Ahvazda gördüm. Nereli olduğunu unutmuşum. O şöyle diyordu: “Ben dilsizdim, asla konuşamıyordum. Babam ve amcam üç dört yaşlarımda beni Şeyh Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh’un yanına götürdüler ve ondan dilimin açılması için Hz. Mehdi ’den duada bulunmasını rica etmesini istediler. Hüsyin b. Ruh: “Sizin İmam Hüseyin aleyhi’s-selâm’ın haremine (Kerbela’ya) gitmeniz emrolundu.” dedi. Ben, babam ve amcam Kerbela’ya gittik, ziyaret guslü alarak ziyarete gittik. Ziyaret esnasında babam ve amcam Server! diye beni çağırdılar; ben de “evet” diye cevap verdim. Babam; “Allah aşkına, sen konuşuyor musun” dedi. Ben de, “Evet, konuşuyorum” dedim. [19]

Bizim itikadımıza göre Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın özel naipleri ki onlardan biri de Hüseyin b. Ruh’tur, İmam’la aracısız olarak irtibat içerisin­deydiler ve İmam’ın izniy­le, bazı maslahatlardan dolayı, birtakım gizli şeylerden haber vermelerinin hiçbir sakıncası yoktur.

Hüseyin b. Ruhun Naiplik Dönemi ve Vefatı

Hüseyin b. Ruh, Ebu Cafer Muhammed b. Osman Amri’nin vefa­tı Hicri 305 yılında Hz. Mehdi tarafından naipliğe tayin olundu ve Hicri 326 yılında açıklayacağımız gibi dünyadan göçtü. Buna göre onun naipliği yirmi bir yıl sürmüştür. Kabrinin Bağdat’ta olduğu kesindir, ama Bağdat’ın neresinde olduğu hususunda ihtilaf vardır. Şeyh Tusi’nin naklettiğine göre, kabri “Nevbahtî”ya da bulunmaktadır ve “Nevbahtî” de naklolunan alametlere göre Bağdat’ın batısında olmalıdır. Ama günümüzde Bağdat’ın doğusunda bulunan kabrin nişaneleri Hüseyin b. Ruh’un kabrinin nişanelerine daha çok benzemektedir. [20]

Hüseyin b. Ruh ve Muhammed b. Ali Şelmağani

Hüseyin b. Ruhun naiplik döneminde ona karşı çıkanlardan biri, “Ebi-l Azakır” diye tanınan Ebu Cafer Muhammed b. Ali Şelma-ğani’dir. O Şelmağan köyüne mensup­tur. (El kelam , c. 8, s. 290; Mucemul Edab , c. 1, s. 235; El Bab , c. 2, s. 206) O ilk önceleri Şianın ileri gelen alimlerinden ve ya­kın ashaptan biriydi (Rical-i Necaşi , c. 2, s. 235) ve Bağdat’ın katiplerindendi (Mucemu Edba , c. 1, s. 235) ve birçok kitap yazmıştır. İlk başta Hüseyn b. Ruh’tan emir alan Şelmağani bir müddet sonra kıskançlık yüzünden doğru yol­dan sapıp mezhep değiştirdi. Onun yüzünden bir çok insan doğru yoldan saptılar (El fihrist, s. 305; Rical el necaşi, c. 2, s. 293-294). Şeyh Tusi “Fihrist” isimli kitabında şöyle yazmaktadır: Muhammed b. Ali Şelmağani Mekeni Ebu Cafer ve “İbnil Ezakır” olarak tanınır, olduk­ça fazla rivayet ve kitapları vardır, başlangıçta hak yolu seçmişti sonra onu bırakarak saçma sapan sözler konuşmaya başladı, öyle ki Bağdat’ın hali­fesi onu tutuklayarak dara astırdı. Necaşi Ricalinde belirtmektedir ki ibnul Ezakir olarak tanınmış olan Ebu Cafer Muhammed b. Ali Şelmeğani bizim büyük alimlerimizden sayıl­maktaydı. Ama Hüseyin b. Ruh’a karşı duymuş olduğu aşırı kin ve kıs­kançlık onun hak olan Şia mezhebini bırakarak yanlış bir mezhebe yö­nelmesine sebep oldu. Akıbeti öyle bir yere ulaştı ki onun hakkında Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından lanet fermanı yayınlandı. Zama­nın halifesi de onu öldürerek dara astırdı. Şelmağan’iyi lanetleyen ferman Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından 312 Hicri yılında Hüseyin b. Ruh’a gönderildi. Hüseyin kendisi Abbası halifesi olan “Muktedir’in” evinde hapis oldu­ğu için bu ferman Ebu Ali Muhammed b. Hemam’a gönderdi. Hüseyin b. Ruh düşmanların elinde zindanda olduğu için Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’a bir mektup yazdı ve fermanı yayınlamamak için izin istedi. Ama İmam, fermanın yayınlanma emrini verdi ve kimseden korkmamalarını istedi, ayrıca o kısa bir zamandan sonra serbest bırakılacağı müjdesini de Hüseyin b. Ruh’a verdi. [21]

İhticacı Tabersi’de, Şelmağani’nin Lanet Fermanı

(El ihticac, c. 2, s. 474- 475; El geybe, s. 410)

“(Allah senin ömrünü uzun ve iyiliklerin sırlarını sana inayet etsin.) Dinlerine ve bağlılıklarına mutmain olduğun kimselere İlan et ki Şelmağani olarak meşhur olmuş olan Muhammed b. Ali, Mürtet olup İslam dininden çıkmıştır kafir olmuştur ve öyle şeyler iddia etmekte­dir ki, Allah’ı inkarı gerektiriyor, Allah’a yalan ve iftira atmaktadır, büyük gü­naha düşmüştür. Allah’tan yüz çevirmiştir, yalancıdır ve büyük bir sapıklığa düşerek Allah’ın rahmetinden ayrılıp büyük bir zarara uğramıştır.

Allah ve onun peygamberinin huzurunda (Şelmağani’den ) ilişkimizi kesip ondan uzak olduğumuzu ilan etmekteyiz; ona lanet et­mekteyiz; açıkta ve gizlide, her yerde ve her zaman Allah’ın laneti onun takipçilerinin ve destekçilerinin üzerine ve bu açıklamayı duyduktan sonra yine de onunla ilişkide bulunanlara olsun.

Bu sebeple onlara (tüm Şia’ya) haber ver ki, biz onunla dostluğu kesip ondan uzaklaşmış bulunmaktayız. Şerii Nemiri, Hilali ve Bilali vb.’ den uzak olduğumuzu bildirdiğimiz gibi ondan da uzağız ve biz Allah’ın sünnetlerine razıyız.

Allah’a güvenip ondan yardım diliyoruz o her işte bize yardımcı olarak yeterlidir ve en güzel koruyucudur .” Ebu Ali Muhammed b. Hamam, bu fermanı alıp Şia’nın tüm Şeyhlerini ve büyüklerini davet ederek onlara okudu sonra onun aynısını yazarak diğer şehirlere gönderdi. Böylece her kes ona lanet okuyarak ondan uzaklaştılar.

Şalmağani’nin Akidesi

Şelmağani’nin davası ve akidesi tam belli değildir; çünkü ondan ve takipçilerinden bize bir kaynak eser ulaşmamıştır. Şu bir gerçektir ki, Şelmağani de aynen Hüseyin b. Mensur Hallac gibi “Hulul”a inanıyordu ve onun bir çok akaidi Hallac’ın akaidinden farksızdı. Şelmağani bu yönden Hallac’ın yolunu takip etmekteydi ve Hüseyin b. Ruh açık ve kesin bir şekilde onun Hallacın sözüne uyduğunu belirtmektedir. [22]

Şelmağani’nin akaidini şu bir kaç maddede özetlemek mümkündür:

1- Allah her şeyde, o şeyin kapasitesine göre ona hulul etmede ve Şelmağani öyle bir kimsedir ki Allah’ın tüm ruhu ona yerleşmiştir. Çünkü Şelmağani bu konuda Mesihe ve Hallaca benziyor; onu Ruhul kudus, (el Fireku bey nul Firek, s. 265; Asa rul Bagiye, s. 214), Mesih (Mucemul Adab, c. 1, s. 243) ve Hallac (Mucemul Adab, c. 1, s. 235; Elgeybe, s. 405) diye anılmıştır.

2- Onun Akidesine göre Melekler nefsin dizginini eline geçirip hakkı tanıyıp gören kimselerdir. Cennet onları tanıyıp ve onların mez­hebine göre hareket etmektir. Cehennemse o topluluğu tanımayan ve onların yolundan dönenlerindir.

3- “Azagirye” Namazı, orucu ve boy aptesini terk etmeye inanıyor ve tüm kadınları kendile­rine helal bilirlerdi.

4- Şelmağani’nin önemli inançlarından biri de onun zıtta (karşıta), inanışıydı. Yani o iddia etmekteydi ki, Allah kendi zıttını yani şeytanı yarattı ki onun vasıtasıyla Allah’a karşı çıkanlar belli olsun ve hatta Şelmeğani’ye göre “Zıtlar”ın makam­ları evliyaların makamından daha yücedir. Çünkü zıtlar vasıtasıyla evliyaların makamı anlaşılır.

Ebu-l Kasım Hüseyin b. Ruh, Şelmağaniyi lanetleyen ilanı açıkladıktan sonra bu ilan her tarafta şöhret buldu, millet ondan uzaklaşmaya başladı ve böylece tüm Şiiler ondan sakındılar, artık hile ve kurnazlıklarına devam edemez oldu. Çok geç­meden “El Razı billah”ın emriyle tutuklanarak öldürüldü böylece Şiiler onun şerrinden kurtuldular. [23]

[1] - el-Gaybet, s. 371, hadis: 342; Biharû’l-envar , c. 51, s. 355.

[2] - el-Gaybet, s. 371, hadis: 341; Biharû’l-envar , c. 51, s. 355

[3] - el-Gaybet, s. 372, hadis: 314.

[4] - Tarihi Siyasiyi Gaybeti İmamı Devazdehum, s.196-198.

[5] - Cemadiul Ahîrdan 305 ta Rebi ul Ahır 311 .

[6] - Bu konu Tarihi islâmı zehebi’de Havedis ve vifayat, s.m 321-330; Seyrul Elamul Nebaî, c. 15, s. 222; el-Vefa Bil vefayet, c. 23666-367’da nalk olunmuştur.

[7] - el Gaybet, s. 410.

[8] - Onun beş yıl hapiste kalmasını zehbi ve diğerleri zikretmişlerdir. Bkz. Tarihi İslâm, H. 221-330 olayları, s. 190; el-Vafi bi-l vafeyat, c. 12, s. 366-367.

[9] - Siretu Tarih-ut Taberi, s. 98.

[10] - el Gaybet, s. 303. Hadis: 256.

[11] - el Gaybet, s. 410.

[12] - Tarihi islam zehebi havedis ve vafiyat 321- 330 h-p 190. sayfa.Elvafi bil vafiyat 12. cilt 366- 367. sayfalar.

[13] - Ahbar-ur Razi Billah ve-l Muttaki Lillah Min Kitab-il Evrak, s. 87.

[14] - Enfal/42.

[15] - el-Gaybet, s. 324, hadis: 293; İsbatul Hudat,c. 1, s. 117, hadis: 168; Kemal-ud Din, c. 2, s. 507, hadis: 37.

[16] - el-Gaybet, hadis: 270; Biharu’l-envar, c. 51, s.293, hadis: 1.

[17] - el-Gaybet, s. 320, hadis: 266; Kemal-ud Din, c. 2,s. 502, hadis 31, Babu tugiat; Biharu’l-envar, c. 51, s. 335.

[18] - Tebristan bir şehrin ismi Kemal-ud Din, s.  518, dipnot.

[19] - El-Gaybet, s. 309, hadis: 262; Bihar-ul Envar, c.51, s. 325..

[20] - Tarih-i Si­yasi-yi Gaybeti İmam-ı Devezdehum , s. 209, 82. dipnotunda; A’yan-uş Şia , c. 6, s. 21

[21] - el-Gaybet, s. 410.

[22] - el-Gaybet, s. 405.

[23] - el-Gaybet, s. 406 ve 412.


Hadislerde Hz.Mehdinin İkinci Naibin (Vekili Yardımcıları) İsim ve Lakapları

Ebu Cafer Muhammed b. Osman B. Said Amri

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın dört özel naibinden ikincisi, birinci naip Osman b. Said’in oğlu Muhammed b. Osman’dır. O, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm tarafından babası daha hayattayken, Gaip İmam aleyhi’s-selâm’ın naibi olarak tanıtılmıştı. Osman b. Said öleceği sırada Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naipliğini onun emriyle oğlu Muhammed’e devretmişti.

Muhammed b. Osman’ın Naip Olduğuna Dair Delil

İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm, hayattayken, Muhammed b. Osman’ın İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naibi olduğunu açıklamıştı. Yemen Şiilerinden bir grup Samerra’ya geldikleri zaman İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın huzuruna vardılar. İmam aleyhi’s-selâm, Osman b. Said’i çağırtıp onun naipliğini ve emin olduğunu açıkladılar. Sonra şöyle buyurdular:

“Şahid olun, Osman b. Said-i Amri benim naibimdir. Oğlu Muhammed ise benim oğlum olan Mehdi’nin naibidir.” [1]

İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm bir başka yerde, daha açık bir şekilde onun güvenirliği ve eminliğini beyan ederek şöyle buyuruyor:

“Amri (Osman b. Said) ve oğlu (Muhammed b. Osman), her ikisi de güvenilir ve emindirler. Size neyi ulaştırsalar benden ulaştırırlar. Size ne deseler benden derler. Öyleyse onları dinleyin. Çünkü onlar güvenilir ve emindirler.” [2]

Ayrıca, babası Osman b. Said de, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın emriyle onun naipliğini açıklamıştı. [3]

Bunların hepsinden daha önemli olan, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın onun hakkında ki övücü sözleri ve mektuplarıdır. Bu söz ve mektuplar, Muhammed b. Osman’ın naip olduğunun açık delilleri sayılır. Aşağıda İmam aleyhi’s-selâm’ın onun hakkında buyurduğu değerli sözlerinden bazılarını getiriyoruz:

1- Osman b. Said’in vefatından sonra, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın mektup gönderdiği ilk kişi, O’nun oğlu Muhammed b. Osman’dır. İmam aleyhi’s-selâm Muhammed b. Osman’a bir mektup göndererek babasının ölümü dolayısıyla başsağlığı diliyor. Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm bu mektupta Muhammed b. Osman’ın yüce şahsiyeti ve naipliğine değinmişlerdir. Biz o mektubun bazı bölümlerini babasının hayatını anlatırken nakletmiştik. Mektubun bir yerinde İmam Mehdi aleyhi’s-selâm şöyle buyurmuştu: “Ne mutlu Osman b. Said’e ki, Allah ona senin gibi bir evlat vermiştir. Sen onun yerine geçecek ve vazifesini üstleneceksin. Allah’tan onun için rahmet ve mağfiret dile.” [4]

2- Muhammed b. İbrahim b. Mehziyar-i Ahvazi şöyle naklediyor:

“Osman b. Said’in vefatından sonra bana şöyle bir tevki geldi: “Allah onun oğlunu korusun. O (Muhammed b. Osman), babasının zamanında bizim itimat ettiğimiz birisiydi. Allah ondan ve babasından razı olsun. Allah babasının ruhunu şad etsin. O da bizim yanımızda babası gibidir ve onun yerine oturmuştur. O, bizim söylediğimizi söyler, bizim emrimize göre amel eder. Allah onu teyit etsin. Öyleyse sen de onun sözünü kabul et ve onun hakkındaki görüşümüzü bil.” [5]

3- Abdullah b. Cafer Himyeri şöyle diyor: “Osman b. Said vefat ettiği zaman, daha önceki (Osman b. Said’in zamanındaki) hatla bir tevki gelerek oğlu Ebu Cafer’in (Muhammed b. Osman) onun makamına seçildiğini bildirdi.” [6]

4- İshak b. Yakup şöyle diyor: “Muhammed b. Osman’dan kafamı karıştıran soruları yazdığım mektubu Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın huzuruna takdim etmesini rica ettim. O da kabul etti. İmam aleyhi’s-selâm’ın hattıyla şu anlamda bir cevap geldi: “Muhammed b. Osman, Allah ondan ve babasından razı olsun, benim güvendiğim birisidir. Onun yazısı benim yazımdır.” [7]

Bu mektup çok uzun ve önemli fıkhi, içtimai vb. konuları içerdiği için ileride onu genişçe ele alacağız.

5- Bir başka mektupta şöyle buyruluyor:

“O, bizim itimat ettiğimiz kimsedir. Onun yanımızda razı olacağı bir makamı vardır. Allah lütuf ve keremini onun hakkında bol eylesin. Hiç şüphesiz O, nimetlerin velisi ve her şeye güç yetirendir. Hamd Allah’a mahsustur, O’nun ortağı yoktur. Allah Muhammed ve Ehli Beyt’ine salat ve bol bol selam eylesin.” [8]

Kelami, Fikhi, İçtimai vb. Meselelerde Şiilerin Mercii

Muhammed b. Osman’ın hayatını İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın ikinci naibi olarak inceleyip, onun naklettiği hadislere ve onun vasıtasıyla gelen mektuplara göz attığımızda şu noktayı kolayca anlayabiliriz: Çeşitli bölgelerdeki Şiiler ve İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naipleri kelami, fıhki, içtimai vb. konularda bir sorunla karşılaştıkları zaman ona başvuruyordular. O da İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’la irtibat halinde olduğu için bu sorunlara çözüm getiriyordu.

Bunu birkaç örneğini aşağıda zikrediyoruz.

“Ebu-l Hasan Ali b. Ahmed-i Kummi şöyle diyor: “Şiilerden bir grup, Allah’ın Ehl-i Beyt İmamlarına yaratma ve rızık verme kudretini verip vermediği konusunda ihtilafa düşmüşlerdi. Bir grup, yaratma ve rızık verme kudretinin devredilmesinin imkânsız olduğunu söylüyorlardı. Çünkü cisimleri Allah’tan başka kimse yaratamazdı. Bir başka grup da, Allah’ın İmamlara aleyhi’s-selâm yaratma ve rızık verme kudretini verdiği ve bu işi onlara devrettiği inancında idiler. Bu mesele üstünde büyük ihtilaflar doğdu. Birisi, “Neden bu meseleyi Ebu Cafer Muhammed b. Osman Amri’ye sormuyorsunuz? O hakkın ne olduğunu söyler. Çünkü o Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın sefiri ve vasıtasıdır. Onların hepsi Ebu Cafer’e müracaat ederek ve sözünü kabul etmeye razı oldular. Meseleyi yazıp, ona yolladılar. Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’dan ona şu manada bir mektup geldi: “Şüphesiz ki yalnız Allah cisimleri yaratmakta ve rızıkları taksim etmektedir. Çünkü O ne cisimdir, ne de cisme hulul etmiştir. Hiç bir şey O’na benzemez. O duyan ve bilendir. İmamlar aleyhum’us-selâm Allah’tan isterler, O da yaratır. Onlar Allah’tan isterler, O rızk verir. Allah onların hakkını yüceltmek için dualarını kabul eder.” [9]

Muhammed b. Osman’ın vasıtasıyla gelen bazı mektupları da burada nakledersek konu daha iyi anlaşılır.

ESEDİ’NİN SORULARI [10]

Ebu’l Hasan Muhammed b. Cafer-i Esedî şöyle diyor: Şeyh Ebu Cafer Muhammed b. Osman-i Amr-î (Allah ruhunu mukaddes kılsın) tarafından, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’a sorulan soruların cevabında bana ulaşan mektuplardan biri de şudur:

Güneşin doğuş ve batışında namaz kılmak hakkındaki sorduğun soruya gelince, eğer durum halkın dediği gibi güneşin şeytanın iki boynuzu arasından doğup batışı yönünde olursa, şeytanın burnunu, namazdan daha iyi yere sürtecek ne var ki! Öyleyse namaz kıl ve şeytanın burnunu yere sürt.

Bize vakfedilen veya bize mahsus kılınıp sonra sahibinin ona ihtiyaç duyduğu mal hakkındaki sorduğun soruya gelince; teslim edilmeyen her şeyde sahibi muhtardır (isterse kendisine götürür, isterse teslim eder). Ama teslim ettiği malda, ister muhtaç olsun, ister muhtaç olmasın, ister ona ihtiyaç duysun, ister duymasın artık yetkisi yoktur.

Bizim malımızdan elinde bulunanı helal bilen ve bizim emrimiz olmaksızın kendi malında tasarruf ettiği gibi o malda tasarruf eden kimse hakkındaki sorduğun soruya gelince:

Kim, bizim emrimiz olmaksızın, o malı kendi malı gibi harcarsa mel’undur ve kıyamet günü biz onun hasmı olacağız. Nitekim Resulullah sallâ’llâhu aleyhi ve alih buyurmuştur ki: “Kim Ehl-i Beytim hakkında Allah’ın haram kıldığı şeyi helal sayarsa, benim dilimle ve duası kabul olan her peygamberin diliyle lanete uğramıştır.” Öyleyse kim bize zulmederse, bize zulmeden zalimlerin safında yer alacak ve Allah’ın laneti onun üzerine olacaktır. Çünkü Allah Teala buyurmuştur ki: “Bilin ki, Allah’ın laneti zalimlerin üzerinedir.”

“Sünnet edilmesi gereken deri, sünnet ettikten sonra tekrar uzarsa yine sünnet edilmeli midir? diye sorduğu soruya gelince; O derinin kesilmesi gerekir. Zira yeryüzü kırk gün, sünnet edilmeyenin idrarından Allah’a feryat (şikayet) eder.

“Namaz kılanın önünde ateş, fotoğraf, kandil olursa onun namazı doğru mudur? Halk bu meselede ihtilaf etmiştir” diye sorduğun meseleye gelince; putlara ve ateşe tapmayanların evlatlarından olursa ateş, fotoğraf ve kandilin karşısında namaz kılmasının sakıncası yoktur. Ama puta ve ateşe tapanların evlatlarının bunların karşısında namaz kılmaları câiz değildir.

Bir adamın, bize ait olan araziyi, sevap kazanmak ve bize yakın olmak için onarmasının ve yaptığı masrafı çıktıktan sonra geri kalanı bize göndermesinin caiz olup olmaması hakkındaki sorduğun soruya gelince:

Başkasının malında, onun izni olmaksızın tasarruf etmek câiz değildir; o halde bizim malımızda iznimiz olmaksızın tasarruf etmek nasıl câiz olabilir? Kim bizim emrimiz ve iznimiz olmaksızın malımızda tasarruf ederse, Allah’ın ona haram kıldığı şeyi helal saymıştır. Yine kim haksız yere bizim malımızdan bir şey yerse, ateş yemiş gibidir, yakında da cehennem ateşine atılacaktır...”

İSHAK b. YAKUB’A MEKTUBU

Muhammed b. Yakub-i Kuleynî, İshak b. Yakup’tan şöyle dediğini rivayet eder: Muhammed b. Osman-i Amri’den, sorduğum zor meseleleri içeren mektubumu Hz. Mehdi’nin huzuruna ulaştırmasını rica ettim. Mektubumun cevabı, mevlamız Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın kendi hattıyla bana ulaştı . [11]

Mektubun cevabı şöyledir:

“Akraba ve amca oğullarımdan beni inkar etmeleri hakkındaki sorduğun soruya gelince; -Allah seni hidayet edip direnişli kılsın- bilmelisin ki, Allah’la hiç kimse arasında akrabalık bağı yoktur. Kim beni inkar ederse benden değildir; onun yolu, Nuh’un oğlunun yoludur. Amcam Cafer ve oğullarının yolu (ve tutumu)na gelince, onların yolu Yusuf aleyhi’s-selâm’ın kardeşlerinin yoludur.

Biraya gelince; onun içilmesi haramdır. Ama şalgam suyunun içilmesinin sakıncası yoktur.

Sizin mallarınıza gelince; onları kabul etmemiz pâk olmanız içindir. Öyleyse isteyen versin istemeyen vermesin. Allah’ın bize verdiği, size verdiğinden daha hayırlıdır.

Ferecin (zuhurun gerçekleşmesiyle hasıl olacak kurtuluşun) gerçekleşmesine gelince; o, Allah’ın iradesine bağlıdır. Zuhur için vakit belirleyenler yalancıdırlar.

İmam Hüseyn aleyhi’s-selâm’ın öldürülmediğini sananın sözüne gelince; onun bu sözü, küfür (hakkı gizleme), yalan ve sapıklıktır.

Vuku bulan vakıalara gelince; o vakıalarda, hadislerimizi rivayet edenlere müracaat ediniz. Zira onlar, sizlere olan hüccetimdir, ben de Allah’ın onlara olan hüccetiyim.

Muhammed b. Osman-i Amrî’ye gelince; -Allah ondan ve babasından razı olsun- o benim güvendiğim şahıstır, onun yazısı benim yazımdır.

Muhammed b. Ali b. Mehziyar-i Ehvazi’ye [12] gelince; yakında Allah onun kalbini düzeltecek ve şüpheyi ondan giderecektir.

Bize gönderdiğin şeye gelince; biz ancak pâk ve tertemiz olanı kabul ederiz. Şarkı söyleyen cariyenin aldığı ücret haramdır.

Muhammed b. Şazan b. Naim ise biz Ehl-i Beyt’in Şialarındandır.

Ebu’l Hattap Muhammed b. Ebî Zeyneb-i Ecda’ya gelince; o mel’undur; onun ashabı da mel’undur. Onunla aynı fikre sahip olanlarla oturup kalkma. Ben onlardan beriyim (uzağım), babalarım aleyhi’s-selâm da onlardan beridirler.

Bizim malımızı ellerinde bulunduranlara gelince; kim o mallardan bir şeyi helal bilip yerse ateş yemiştir.

Allah’ın dininde şüphe eden kavmin, bize gönderdikleri şeylerden dolayı pişman olmalarına gelince: geri çevrilmesini isteyenlerin malını geri çevirdik, bizim şekkakların (çok şüphe edenlerin) malına ihtiyacımız yoktur.

Gaybetin vuku bulmasının nedenine gelince; Allah buyuruyor ki: “Ey iman edenler, size açıklandığında hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın”. Babalarımdan her birinin boynunda, zamanlarındaki tağutların biatı vardı, ama ben öyle bir zaman kıyam edeceğim ki, tağutlardan hiç birinin biatı boynumda olmayacaktır.

Benim gaybetim döneminde benden faydalanmaya gelince; bu dönemde benden faydalanmak, bulutlarla örtülen güneşten yararlanmaya benzer. Ben yeryüzü ehl-i için kurtuluş ve emniyet vesilesiyim. Nitekim yıldızlar da gök ehli için emniyet vesileleridir. Öyleyse sizi ilgilendirmeyen şeyleri sormayın. Sizden istenilmeyen şeyleri görmek için kendinizi zahmete düşürmeyin. Ferecin çabuk olması için çok dua ediniz. Çünkü dua sizin kurtuluş vesilenizdir.

Ey İshak b. Yakup (Allah’ın) selamı sana ve hidayete tabi olanlara olsun.”

Yalancı Naiplerin Çalışmalarının Başlaması

İleride de görüleceği gibi, yalancıların naiplik iddia etmeleri, ikinci naip Muhammed b. Osman’ın zamanında başlamıştır.

Birinci naip Osman b. Said’in zamanında, sapık kimseler, çeşitli sebeplerden dolayı faaliyet yapamamışlardı. Bu yüzden bu dönemde yalancıların naiplik iddiasında bulunması gündemde değildi. Olsaydı da göze çarpmayacak kadar zayıf bir şekildeydi.

Yalancı naiplerin birinci naibin döneminde olmamalarının çeşitli sebepleri vardır:

1- Osman b. Said’in tanınmış ve güvenilir Şiilerden olması. Daha önce de değindiğimiz gibi o, Gaybet-i Suğra’dan önce de hem İmam Hadi aleyhi’s-selâm’ın, hem İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın naibi idi. Hatta bazılarına göre İmam Cevad aleyhi’s-selâm’ın da naipliğini yapmıştır. İmamlar aleyhi’s-selâm’ın yanında yıllarca kaldığı için Şiilerin içinde önemli bir mevkiye sahipti. Bu yüzden yalancılar onun zamanında kendilerini gösteremediler.

2- Siyasi ve içtimai şartlar kimsenin yalan yere naiplik iddia etmesine müsait değildi. Gaybet-i Suğra’nın ilk zamanlarında Abbasiler bütün imkanlarıyla İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ı ve yâranını bulup, öldürmek istediklerinden, şartlar naiplik iddiasında bulunmak için müsait değildi. Bu yüzden Osman b. Said’in bu dönemdeki naipliği büyük bir cihad sayılır.

3- İmam aleyhi’s-selâm’ın halkla olan irtibatının naiplerinin vasıtasıyla olduğu, halkın içine tam olarak yerleşmemişti. Halkın bu duruma alışması için bir sürenin geçmesi gerekiyordu. Bu da birinci dönemde gerçekleşiyordu. Yalancılar, halkın buna uyum sağladığını gördüklerinde kendilerinin naip olduğunu iddia etmeye başladılar. [13]

İkinci naip Osman b. Said’in döneminde İmam aleyhi’s-selâm’ın naibi olduklarını iddia eden yalancılar şunlardır:

1- Ebu Muhammed Hasan Şerii

2- Muhammed b. Nusayr Numeyri

3- Ahmed b. Hilal Abartai

4- Ebu Tahir Muhammed b. Ali b. Bilal

5- Ebubekir Muhammed b. Ahmed b. Osman; Ebubekir Bağdadi diye meşhurdur. Muhammed b. Osman’ın kardeşinin oğluydu.

6- Hüseyin b. Mansur Hallaç: Hüseyin b. Mansur’un yalan yere naiplik iddia ettiği söyleniyor. Ama o sufilerdendi. Şey Tusi’nin “el-Gaybet” adlı eserinde naklettiği mektuplar onun da naiplik iddiasında bulunduğunu göstermektedir.

Hüseyin b. Mansur’un hakkında birçok söz vardır. Biz sadece İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’a ait olanları beyan edeceğiz.

7- Şelmegani: üçüncü naip Hüseyin b. Ruh’un zamanında yalan yere naiplik iddia edenlerdir.

1- Ebu Muhammed Hasan Şerii

Şeyh Tusi onun hakkında şöyle diyor: “İlk olarak yalan yere Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naibi olduğunu iddia eden şahıs, “Şerii” diye tanınan birisiydi. O, İmam Hadi aleyhi’s-selâm’ın, ondan sonra da İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın ashabından sayılıyordu.

O layık olmadığı ve Allah’ın kendisine vermediği bir makamı iddia etmişti. Allah’a ve O’nun hüccetlerine yalan isnat etmiş. Oysa onlar bunlardan uzaktılar. Bu nedenle Şiiler onu lanetlemiş, ondan uzak durmuşlardır. Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm da onu lanetlediğini açıklayan bir mektup yazmıştır. Bu mektuptan sonra onun küfür ve imansızlığı ortaya çıkmıştır.

Evet, yalancılar hep böyle olmuşlardır. Önce yalan yere İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naipleri olduklarını söylemiş, daha sonra imanları zayıf olan bazıları onlara inanıp, çevrelerine toplanınca Hallac gibi daha büyük iddialarda bulunmuşlardır. [14]

2- Muhammed B. Nusayr Numeyri

Ebu Abbas b. Nuh şöyle diyor: “Ebu Nas Hibetullah b. Muhammed, bana, Muhammed b. Nusayr Numeyri’nin İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın ashabından olduğunu söyledi. İmam aleyhi’s-selâm vefat ettikten sonra Muhammed b. Osman’ın makamına sahip olduğu iddiasında bulunup, şöyle diyordu: “Ben Hz. Mehdi ’in naibiyim.” Ama Allah onu rezil etti. Çünkü dinsizliği ve cahilliği ortaya çıktı. Muhammed b. Osman da ona lanet edip ondan uzak durdu. Numeyri Şerii’den sonra yalan yere naiplik iddiasında bulunmuştu.” [15]

Muhammed B. Nusayr Numeyrinin Bozuk Akidesi

Onun küfür ve ilhada sebep olacak fikirleri vardı. O bu fikirlerini halkın içine yaymaya çalışıyordu. O peygamber olduğunu iddia ediyor ve İmam Hadi aleyhi’s-selâm’ın onu bu makama seçtiğini söylüyordu. tenasuha ve İmam Hadi aleyhi’s-selâm’ın ilahlığına inanıyordu. Mahrem kadınlarla ilişkiyi caiz biliyordu. Livatı helal olduğunu söylüyor bunu meful için tevazu, fail içinse zevk vesilesi biliyordu. O: “Allah bunların hiçbirini kullarına haram etmemiştir.” [16] diyordu. Onun taraftarları, ibadetleri terk edip, haramları helal sayan bir topluluktu. Onlar, “Yahudilik haktır, ama biz onlardan değiliz. Hıristiyanlık haktır, ama biz onlardan değiliz.” [17] diyordu.

3- Ahmed B. Hilal Abartai (Hilali)

Ahmed b. Hilal, birinci naibin vefatından sonra Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın ikinci naibi Muhammed b. Osman’ın naipliğini inkar ederek, saptı. O daha önce Şiiler arasında sayılan kişilerdendi. Ama bu sapıklığından sonra, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm, Hüseyin b. Ruh’un vasıtasıyla onu lanetleyen bir mektup yolladı ve Şiilere, ondan uzaklaşmasını emretti. [18]

İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın üçüncü naibi Hüseyin b. Ruh’a, Şelmeğani hakkında gönderdiği tevkide İmam aleyhi’s-selâm, Ahmed b. Hilal’den beri olduğunu bildirmiştir. Şöyle deniyor o mektupta “Halka bildir ki, biz ondan (Şelmeğani’den) beriyiz. Nasıl ki ondan önceki Şerii Numeyri, Hilali, Bilali ve diğerlerinden beriydik.” [19]

4- Muhammed B. Ali B. Bilal (Bilali)

Muhammed b. Osman’ın naipliğine muhalif olanlardan bir diğeri, Ebu Muhammed b. Ali b. Bilal’dir. “Bilali” diye meşhurdur. İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’a şer’en ait olan malları kullanıyor, onları ikinci Naibe vermekten kaçınıyor ve Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naibi olduğunu iddia ediyordu. [20]

Sapmadan önce 10. ve 11. İmamlarla aleyhi’s-selâm yakın ilişkisi bulunan ve önemli naiplerden sayılırdı. Bu nedenle de Rical alimleri onu çok övmüşlerdir. Ama bu övgülerin hepsi sapmasından önceki zamana aittir. Parlak geçmişine rağmen ömrünün sonlarına doğru nefsine ve şeytana uyarak, geçmiş iyi amellerini hiç etmiş ve İmam aleyhi’s-selâm’ın lanet ettiği kimselerin arasında yer almıştır. [21]

5- Ebubekir Bağdadi

Adı Muhammed b. Ahmed b. Osman’dır. İkinci naip Muhammed b. Osman’ın kardeşinin oğlu ve birinci naip Osman b. Said’in torunudur.

Amcası Muhammed b. Osman onun saptığını biliyordu. Ama başkalarının bundan haberi yoktu. [22] Bu yüzden, Muhammed b. Osman ashaptan bazı kişilerle, İmamlar Mehdi aleyhi’s-selâm’ın söz ve hadisleri üzerinde konuştuğu sırada, Ebubekir Bağdadi içeriye girince Muhammed b. Osman çevresindekilere, “Susun, bu gelen sizin dostlarınızdan değildir” demişti. [23]

6- Hüseyin b. Mansur Hallaç

O Sufıyye fırkasına mensuptur. Ne var ki, Suffiye alimlerinin onun hakkında ki görüşleri farklıdır. Bazıları onu kendi gruplarından saymaz ve Şii olduğunu söylerler. Ancak o, halife Muktedir’in mahkemesinde Şii değil Sünni olduğunu iddia etmiştir.

Şeyh Tusi gibi alimler, onun naiplik iddia eden yalancılardan olduğunu söylüyorlarsa da bu, onun Şii olduğu anlamına gelmez. Çünkü o, her fırka ve gruba kendi inançlarına göre muamele eden biriydi. Bu nedenle Şiilerin arasına geldiği zaman, Masum İmam’ın vekili olduğunu iddia ederek onlara nüfuz etmek istemiştir.

İkinci Naibin Bazı Kerametleri

Daha öncede değindiğimiz gibi, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın ikinci naibinin döneminde (H. 265-305) bazıları İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın gaybetinden yararlanarak kendilerini İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naipleri olarak tanıtmışlardı. Bu yolla toplumsal bir şöhret ve makama kavuşup Şiilerin İmam Mehdi aleyhi’s-selâm adına verdikleri malları şer’i bir izinleri olmadan kullanmak istiyorlardı. Bu durum karşısında Muhammed b. Osman’ın vazifelerinden biri, yalan yere naiplik iddiasında bulunanları teşhir etmek ve diğer yandan da kendi naipliğini ispat edip, Şiilere bu konuda güven vermekti. Muhammed b. Osman’ın naip olduğuna dair delillerden birisi, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’dan getirdiği mektuplardı ve gösterdiği bazı kerametler olmuştur.

Burada ikinci naipten nakledilen bir kerameti naklediyoruz:

Ebu Cafer Muhammed b. Osman’ın kızı Ümmü Gülsüm şöyle diyor: Bir gün, Kum ve çevresinden, İmam aleyhi’s-selâm’a verilmek üzere bir miktar malı Muhammed b. Osman’ın yanına getirmişlerdi. Malları getiren şahıs, Bağdat’a gelip, gönderilen malları Muhammed b. Osman’a teslim ettikten sonra, geri dönecekleri sırada Muhammed b. Osman malları getiren şahsa şöyle dedi: “Emanetlerden birisi kaldı, onu vermedin. O nerededir?” O da: “Yanımda bir şey kalmadı, hepsini verdim.” Muhammed b. Osman da “Hayır vermedin, bir şey daha var. Git yanında ne varsa ara ve sana ne verdiklerini düşün.” O adam da gidip birkaç gün düşündü, eşyalarını aradı, ama bir şey bulamadı. Arkadaşlarının da haberi yoktu. Muhammed b. Osman’ın yanına gelip, “Bana ne verdilerse hepsini size teslim ettim, yanımda başka bir şey yok” dedi. Muhammed b. Osman ona şöyle dedi: “Buyurdular ki (yani Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm buyurdu): Falancanın oğlu filanın verdiği iki takım elbise elimize ulaşmadı.”

O şahıs da şöyle cevap verdi: “Evet, Allah’a andolsun öyledir. Ama şu anda onları nereye bıraktığımı bilmiyorum.”

Sonra kaldığı yere döndü. Yanında ne varsa yeniden gözden geçirdi. Arkadaşlarına da eşyalarını aramalarını söyledi. Onlar da bir şey bulamadılar. Tekrar Muhammed b. Osman’ın yanına geldi. Olayı ona anlattı. Muhammed b. Osman ona şöyle dedi: “Buyurdu (yani Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm buyurdu): “Pamuk satan Filancanın oğlu filanın yanına git. Hani onun pamuk ambarında iki koli pamuk götürmüştün. Onlardan üzerine şu ibare yazılı olanı aç. İki takım elbise göreceksin.” O adam, Muhammed b. Osman’ın dediklerine çok şaşırdı. Hemen sözü edilen yere gitti ve kolilerden işaretli olanı açtı. Pamukların içinde saklı olan elbiseleri buldu. Onları alıp, Muhammed b. Osman’ın yanına getirdi ve ona teslim edip şöyle dedi: “Onlar tamamen aklından çıkmıştı; çünkü kolileri bağladığımda bunları saklı kalsınlar diye pamukların içine koymuştum.”

Muhammed B. Osman’ın Naklettiği Hadisler

Onun niyabet süresi uzun olduğu için İmam Mehdi aleyhi’s-selâm hakkında ve daha başka konularda, kendisinden birçok hadis nakledilmiştir. Onlardan bazılarını aşağıda zikredeceğiz. Bu hadislerden, Muhammed b. Osman’ın hassas konumu ve ağır vazifesi açıkça anlaşılmaktadır.

A) İkinci Naibin Mehdi (a.s)’ın Doğumuyla İlgili Hadisleri Nakletmesi

1) Kıyas b. Esed şöyle diyor: Muhammed b. Osman’ın yanında idim. Şöyle dedi: Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm dünyaya geldiği zaman başının üstünden bir nur göğe yükseldi. Sonra yüzünü yere koyup, Allah’a secde etti. Daha sonra başını kaldırıp şöyle dedi: “Allah kesin olarak bildirdi ki kendisinden başka ilah yoktur. Meleklerle bilgi sahipleri de tam bir doğrulukla bunu bildiler, bildirdiler. O üstün ilahtan, O hüküm ve hikmet sahibinden başka tapacak yoktur. Allah katında din, ancak İslam dinidir.” [24] Sonra Muhammed b. Osman şöyle ekledi: “Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm cuma günü dünyaya geldi.” [25]

B) İmam Mehdi (a.s)’ın Adının Söylenmesinin Haram Olduğu Hususundaki Hadisler

1- Muhammed b. Hemmam şöyle diyor: Muhammed b. Osman Amri ’ın şöyle dediğini işittim: İmam’ın kendi hattıyla bir mektup geldi. O mektupta şöyle yazılıydı: “Kim bir toplulukta benim adımı söylerse, Allah’ın laneti onun üzerine olsun.” Ebu Ali Muhammed b. Hemmam şöyle diyor: İmam aleyhi’s-selâm’a ne zaman zuhur edeceği hakkında bir mektup yazdım, şöyle bir cevap geldi: “Zuhur için vakit tayin edenler yalancıdırlar.” [26]

2- Ali b. Sadaka el-Kummi şöyle diyor: Muhammed b. Osman birşey sormadan Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından bir mektup geldi. İmam aleyhi’s-selâm’ın ismini soranları aydınlatmak için bir cevaptı bu. O mektupta şöyle yazılı idi: “İsim konusunda ya susacak, cenneti kazanacaklar, ya da konuşup, cehennemi hakkedecekler. Çünkü İmam aleyhi’s-selâm’ın ismini bilseler, yayarlar; yerini bilseler ve düşmanlara gösterir.” [27]

Bu mektupta, İmam aleyhi’s-selâm’ın isminin söylenmesinin haram olmasının sebebi beyan edilmiştir. Bu sebepten şu anlaşılmaktadır: İmam aleyhi’s-selâm ’ın adının söylenmesinin haram olması, belli bir zaman ve dönem içindir. Bu dönem, İmam aleyhi’s-selâm’ın ismi yayıldığında, düşmanın takibine sebep olacak ve İmam aleyhi’s-selâm ’a zarar verilecek olan dönem ve zamandır. Ve o dönem ise, Gaybet-i Suğra dönemidir.

C) Muhammed b. Osman’ın İmam Mehdi (a.s) ile Görüşmeleri

Muhammed b. Osman’dan nakledilen rivayetler, onun İmam aleyhi’s-selâm’ı defalarca gördüğünü, İmameti döneminde de görüşmeleri odluğunu göstermektedir. Bu rivayetlerden bir kısmını aşağıda getiriyoruz:

1- Abdullah b. Cafer Himyeri şöyle diyor: Muhammed b. Osman Amri’ye şöyle dedim: “Ben, sizden, Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm’ın, Allah Teala’dan sorduğu soruyu sormak istiyorum. “Hani İbrahim, Rabbim demişti, ölüyü nasıl diriltirsin? Allah, inanmıyor musun demişti de İbrahim, inanıyorum ama kalbim yatışsın, yakine ulaşsın demişti.” [28] Ben de size “Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm ’ı gördünüz mü?” diye soruyorum. Muhammed b. Osman’da “Evet” diye cevap verdi.

2- Cafer b. Muhammed b. Malik Fezari şöyle diyor: Muaviye b. Hakim, Muhammed b. Eyyub b. Nuh ve Muhammed b. Osman hepsi bana şöyle dediler: Kırk kişi İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm ’ın evinde toplanmıştık. Oğlunu bize gösterdi ve şöyle buyurdu: “Benden sonra bu, sizin İmamınız ve aranızda benim halifemdir. Ona itaat edin. Benden sonra dininiz konusunda ayrılığa düşmeyin. Yoksa helak olursunuz. Bilin ki, bugünden sonra artık onu görmeyeceksiniz.” [29] Biz İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm ’ın huzurundan ayrıldık. Ondan birkaç gün sonra İmam aleyhi’s-selâm dünyadan göçtüler. [30]

3- Abdullah b. Cafer Himeyeri şöyle diyor: “ Muhammed b. Osman Amri’ın şöyle dediğini işittim: “Allah’a andolsun İmam Mehdi aleyhi’s-selâm her yıl hac zamanında Mekke’ye gelir, halkı görür ve tanır. Halk da onu görür ama tanımazlar:”

4- Abdullah b. Cafer Himyeri şöyle diyor: Muhammed b. Osman’a: “İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ı gördün mü?” diye sordum, şöyle cevap verdi: “Evet, son olarak Allah’ın evinde (Mescid-ul Haram’da) gördüm. İmam şöyle buyuruyordu: “Allahım bana vaat ettiğini gerçekleştir.” [31]

5- Muhammed b. Osman şöyle diyor: “Onu Bab-ul Müstecar’da Kâbe’nin perdesini tutmuş ve şöyle buyuruyor halde gördüm: “Allah’ım, benim vesilemle düşmanlarından [32] intikam al .” [33]

Simat duası Muhammed b. Osman tarikiyle nakledilmiştir. Bu duayı cuma günleri akşama yakın saatlerde okumak müstahaptır. Merhum Şeyh Abbas Kummi şöyle yazıyor: “Şebbur duası” diye de tanınan “Simat duasını” cuma günlerinin akşama yakın saatlerinde okumak müstehaptır. Meşhur dualardandır. Geçmiş alimler bu duaya çok önem vermişlerdir. Şeyh Tusi’nin “Misbah”ında, Seyyid b. Tavus’un “Cemal-ul Usbu ”unda ve “Kef’ami ”nin çeşitli kitaplarında muteber senetlerle Muhammed b. Osman Amri yoluyla İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık aleyhim’es-selâm’dan nakledilmiştir. Allame Meclisi bu duayı Bihar-ul Envar’da [34] naklederek şerh etmiştir.” [35]

Muhammed b. Osman’ın Çalışma Metodu

B ve C başlıkları altında naklettiğimiz hadislerden, Muhammed b. Osman’ın Şiilere yol gösterme ve Şia mezhebine kılavuzluk etmede özel bir metoda sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Bu hadisler, onun faaliyetlerini cephede odaklaştırdığını göstermektedir. Bir taraftan çeşitli bölgelerdeki Şiilerin ileri gelenleriyle irtibata geçip, İmam aleyhi’s-selâm’ın varlığını ve İmam Hasan Asker aleyhi’s-selâm’ın halifesi olduğunu ispatlamaya çalışıyordu. Bu metod, onun İmam aleyhi’s-selâm’la olan görüşmelerini konu edinen rivayetlerden anlaşılmaktadır. O, çeşitli yer ve zamanlarda, Şiilerin ileri gelenlerine İmam aleyhi’s-selâm’ı defalarca gördüğünü, bazen de İmam aleyhi’s-selâm’a ait bazı alametleri, bulunduğu yerleri söylüyordu. Böylece zihinlerde olan bazı şüpheleri gidermiş oluyordu. Öte yandan zamanın özel şartlarını nazara alarak Şiilerden hükümet görevlilerinin yanında asla İmam Mehdi’den söz etmemelerini istiyordu. Naiplerine defalarca İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın adını söylememelerini öğütlemişti. Çünkü Abbasiler, 11. İmam aleyhi’s-selâm’ın halifesi olmadığını zannediyorlardı. Onlar bu zanlarında da kalmalıydılar. Bunun faydası şuydu: Abbasiler, Şiilerin, rehberleri olmadığı için kıyam edemeyeceklerine kanaat getirecek, böylece Şiiler, Abbasilerin zulmünden korunmuş olacaklardı.

İkinci Naibin Vefatı

Ebu Cafer Muhammed b. Osman Hicri 305 yılında Cemadiye-l evvel ayının son gününde vefat etti. Naiplik süresi yaklaşık 40 yıl sürdü. O, ölmeden iki ay önce vefatını haber vermişti. Kabri, Kufe yolu üzerinde, yaşadığı evin bulunduğu mahallede, annesinin kabrinin yanındadır. [36]

[1] - el-Gaybet, s. 356, 317. hadis.

[2] - el-Gaybet, s. 356, 317. hadis.

[3] - a.g.e. s. 359.

[4] - a.g.e., s. 361; Kemal-ud Din, c. 2, s. 510, Bab-u Tevkiat, 41. hadis.

[5] - el- Gaybet, s. 362, 325 hadis; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 349.

[6] - a.g.e. s. 362, 324 hadis; Bihar -ul Envar , c. 51, s. 349, 2 hadis.

[7] - a.g.e. s. 362, 326 hadis; İhticac Tabersi, c.2, s. 469.

[8] - Yevm-ul Halas, s. 169.

[9] - el -Gaybet, s. 283, 248 hadis; Sefinet-ul Bihar, c. 2, s. 405.

[10] - İhticac-i Tabersi, c. 2, s. 298; Kemal-ud Din, c. 2, s. 198; Bihar-ul Envar, c. 53, s. 182.

[11] - İhticac-i Tabersî, c. 2, s. 281-284; Kemal-ud Din, s. 483; Gaybet-i Şeyh Tusî, s. 180; Bihar-ul Envar, c. 53.

[12] - Muhammed b. Ali b. Mehziyar-i Ehvazî, İmam Hadi’nin ashabındandır. Hz. Mehdi’nin de sefirlerindendir. Babası Ali b. Mehziyar ise İmam Rıza, İmam Cevad ve İmam Hadi’nin ashabındandı ve onların naibiydi. Amcası ve amcasının oğlu da Hz. Mehdi’nin naiplerindendi. Şüphesi Hasan Askerî (a.s)’ın vefatından sonra kimin İmam olduğu hususunda idi. Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm bir mektupla onun şüphesini gidermişlerdir.

[13] - Tarih-ul Gaybet-il Suğra, s. 494.

[14] - el-Gaybet, s. 397, 368 hadis.

[15] - el-Gaybet, s. 398.

[16] - a.g.e, s. 398, 371. hadis; İhtiyaru Marifet-il Rical, c. 2, s. 805; Firak-uş Şia, s. 103; Mu’cemu Rical-il Hadis, c. 17, s. 299.

[17] - Menakıb, c. 1, Fil Reddi -Ale-l Gulat

[18] - Kemal-ud Din, Babu Tevkiat, 12. hadis.

[19] - el-Gaybet, s. 411.

[20] - a.g.e, s. 400.

[21] - a.g.e, s. 400. Bihar-ul Envar, c. 51, s. 269.

[22] - Tarih-ul Gaybeti’s-suğra, c. 2, s. 507.

[23] - el-Gaybet, s. 414.

[24] - Al-i İmaran/18-19

[25] - Kemal-ud Din, c. 2, s. 433, Bab-u Milad-il Kaim, 13. hadis; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 15, hadis: 19

[26] - Kemal-ud Din, c.2, Tevkiat, s. 482, 3. hadis; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 33, Hadis: 10

[27] - el-Gaybet, hadis: 331, s. 364; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 351.

[28] - Bakara/260.

[29] - İmam (a.s), “artık onu görmeyeceksiniz” buyuruyorsa,bunun anlamı, “çoğunuz görmeyeceksiniz”dir. Çünkü Muhammed b. Osman naiplik döneminde onu (a.s) görüyordu. İlerideki hadislerde bu konu daha iyi açıklık kazanacaktır. (Kemal-ud Din , c.2, s. 435)

[30] - Kemal-ud Din, s. 435, Babu Men Şahede-l Kaim, 2. hadis; Bihar-ul Envar, c. 52, s. 25, hadis: 19.

[31] - a.g.e. hadis: 9, el- Gaybet, s. 364, hadis 330.

[32] - Kemal-ud Din’de: “düşmanlarımdan”, el-Gaybet’te ise “düşmanlarından” şeklinde geçer.

[33] - Kemal-ud Din, 10. hadis.

[34] - Bihar-ul Envar, c. 90, s. 97

[35] - Külliyat-ı Mefatih-ul Cinan, s. 95.

[36] - el-Gaybet, s. 366; Sefinet-ul Bihar , c. 7, s. 211; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 352.


Hadislerde Hz.Mehdinin Birinci Naibin (Vekili Yardımcıları) İsim ve Lakapları


Naibin İsim ve Lakapları

İsmi, “Osman b. Said”dir.

İki künyesi vardır:

1) Ebu Amr

2) Ebu Muhammed

Dedesi “Amr” olduğu için “Ebu Amr” ve oğlunun “Muhammed” olduğu için “Ebu Muhammed” denmektedir.

Yaptığımız araştırmaya göre hadis ve rical kitaplarının hemen hepsinde künyesi, “Ebu Amr” diye geçer. Hadis kitaplarından sadece ikisinde “Ebu Muhammed” diye geçmektedir. Onların biri Sefinet-ul Bihar [1] ve diğeri Bihar-ul Envar’dır. [2]

İlk naip Şiilerin arasında, çeşitli sebeplerden dolayı dört lakapla meşhur olmuştur:

1- Semman veya Zeyyat (Yağ Satıcısı): Ona, Semman veya Zeyyat diyorlardı. Çünkü vekalet makamını gizli tutmak için zeytin yağı ticaretiyle uğraşıyordu. Şiiler ve Ehl-i Beyt aleyhi’s-selâm dostlarına yönelik baskıların had safhada olduğu o dönemde kendisini bu şekilde hükümetin şerrinden koruyordu.

Ve Şiilerden topladığı malları, Abbasilerin korkusundan yağların içine saklayıp, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’a gönderiyordu. [3]

2- Esedi: “Beni Esed” kabilesinden olduğu için kendisine “Esedi” diyorlardı. [4]

3- Askeri: Osman b. Said’e “Askeri” de diyorlardı. Çünkü Samerra’nın “Asker” mahallesinde yaşıyordu. [5]

4- Amri: Belirtmek gerekir ki, Osman b. Said, daha çok “Amri” lakabıyla tanınıyordu. Hadislerde ve Rical kitaplarında da daha çok “Amri” diye geçer.

Birinci Naib’in Evlatları

Osman b. Said’in, Muhammd b. Osman (Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın ikinci naibidir; ileride onun yaşamı geniş bir şekilde ele alınacaktır) ve Ahmed b. Osman adında iki oğlu vardı. Rical kitaplarında Ahmed’ten bahsedilmemiştir. Şeyh Tusi yalancı naipleri anlatırken onlardan birisinin, Muhammed b. Osman’ın (İkinci Naip) kardeşinin oğlu [6] “Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed b. Osman” olduğunu söylüyor.

Osman b. Said: Üç Masum İmamın Özel Naibi

Çeşitli Hadislerden ve alimlerin sözlerinden Osman b. Said’in, üç Masum İmamın naibi oluğu anlaşılmaktadır.

Şeyh Tusi, “Rical” kitabında İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın ashabını sayarken şöyle diyor: “Künyesi Ebu Amr olan Osman b. Said Amri’ye “Semman” ve “Zeyyat” da deniliyordu. 11 yaşındayken İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın huzuruna varıp hizmetinde olmuş ve onunla ahitleşmişti.” [7]

İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın ashabını anlatırken şöyle diyor: “Künyesi Ebu Amr olan Osman b. Said Amri Zeyyat veya Semman güvenilir büyük bir zat olup, İmam aleyhi’s-selâm’ın naibiydi” [8]

Yine, “Men Lem Yervi An-il Eimme aleyhi’s-selâm” babında Muhammed b. Osman’ı anlatırken şöyle diyor: “Osman b. Said Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından naip olup Şiilerin gözünde büyük bir makamı vardı.” [9]

Şeyh Tusi’nin “Rical”indeki sözleri, onun, üç Masum İmamın ashabından ve onların aleyhi’s-selâm naibi olduğunu açıkça göstermektedir.

İbn-i Davud Hilli’de “Rical”inde şöyle yazıyor: “Osman b. Said Amri ... büyük ve güvenilir birisidir. 11 yaşındayken İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm ’a hizmet etmeye başlamış ve onunla aleyhi’s-selâm meşhur ahdini yapmıştır. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm tarafından da naip idi.” [10]

Merhum Seyyid Muhammed Mehdi Bahr-ul Ulum “Rical” adlı kitabında şöyle yazıyor: “İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm ve İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm tarafından, Ebu Amr Osman b. Said Amri hakkında özel açıklama gelmiştir. O, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın da naibi idi. Ondan önce de İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm ve İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın naibi olmuştur.” [11]

“Tenkih-ul Mekal”, “Kamus-ur Rical”, “Mu’cem-i Rical-il Hadis” vb. rical kitapları Osman b. Said hakkında aynı şeyleri yazmışlardır.

İmam Ali Naki (a.s)’ın Osman b. Said’i Kendisinin Güvendiği ve Emini Olarak Tanıtması

Şeyh Tusi, Ahmed b. İshak Kummi’den şöyle nakleder: “Bir gün İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın huzuruna gidip şöyle sordum: “Ey benim efendim, bazen huzurunuza çıkma saadeti nasip oluyor bana, bazen de olmuyor. Burada her zaman bu feyze ulaşamıyorum; peki ben kimin sözünü kabul edeyim, kimin peşinden gideyim?” İmam aleyhi’s-selâm bana şöyle buyurdular:

“Bu Ebu Amr (Osman b. Said) güvenilir ve emin birisidir. O size ne diyorsa benden taraf diyor, size neyi ulaştırırsa benden taraf ulaştırır.” [12]

Bu hadis, İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın Osman b. Said’e büyük bir güveni olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bu hadiste onun İmam aleyhi’s-selâm’ın söz ve buyruklarını halka iletmekle görevli olduğu da beyan olunmaktadır.

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Osman b. Said’i Övüp Methetmesi

İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın H. 354 yılında şehid olması üzerine Osman b. Said, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm tarafından naipliğe seçildi. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm da çeşitli sebeplerle halkın yanında onu tarif edip, övüyordu.

Bu konuda nakledilen Hadislerin bazılarını aşağıda zikrediyoruz:

1- Ahmed b. İshak şöyle diyor: “İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’ın vefatından sonra, bir gün İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın huzuruna vardım. İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’dan sorduğum soruyu ona da sordum, şöyle buyurdular: “Bu Ebu Amr (Osman b. Said) güvenilir ve emin birisidir. Hem önceki İmam’ın güvendiği, hem de benim yaşamımda ve ölümümde güvendiğim insandır. Size ne diyorsa benden taraf diyor ve size neyi ulaştırıyorsa benden taraf ulaştırıyor.” [13]

2- Ebu-l Abbas Ahmed b. Ali b. Nuh Sirafi kendi senediyle, Muhammed b. İsmail ve Ali b. Abdullah Hasaniyan’dan şöyle rivayet ediyor: “Samerra’da İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın huzuruna gitmiştik. Şiilerden bir grubun orada olduğunu gördük. Bu sırada İmam aleyhi’s-selâm’ın hizmetçisi “Bedr” gelerek, İmam aleyhi’s-selâm’a şöyle dedi: “Efendimiz, üstü başı tozlu-topraklı olan bir grup, evin önünde durmaktalar.” İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: “Onlar Yemen’deki Şiilerimizden bir gruptur...” Sonra hizmetçiye şöyle buyurdu: “Git, Osman b. Saidi bana getir.” Kısa bir müddet sonra Osman b. Said geldi. İmam aleyhi’s-selâm, ona şöyle buyurdu: “Ey Osman! Sen Allah’ın malını kaydetmekte benim eminimsin. Git, Yemenli bir kaç kişinin getirdiği malları teslim al.” Ravi şöyle diyor: “Biz orada bulunanlar şöyle dedik: “Efendimiz, Allah’a andolsun ki, biz Osman b. Said’i seçkin Şiilerden olarak tanıyoruz. Bu emriniz onun, sizin nezdinizdeki yerini daha da belirgin kıldı. Biz, onun, sizin naibiniz ve Allah’ın mallarını kaydetmede güvendiğiniz kimse olduğunu çok iyi biliyoruz.” İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: “Evet, ve şahid olun ki Osman b. Said Amri benim naibimdir. Oğlu Muhammed ise, benim oğlumun ve Mehdinizin naibidir.” [14]

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın, İmam Zaman (a.s)’ın İlk Naibini Tayin Etmesi

Şeyh Saduk şöyle diyor: “Cafer b. Muhammed b. Malik Fezzari Bezzaz; Ali b. Bilal, Ahmed b. Hilal, Muhammed b. Muaviye b. Hakim, Hasan b. Eyyub b. Nuh gibi şahsiyetlerin bulunduğu bir grup Şii’den naklettiği uzun bir hadiste onların şöyle dediklerini nakleder: “Kendisinden sonraki İmam konusunu sormak için İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın huzuruna gitmiştik. Orada bizden başka 40 kişi daha vardı. Bu sırada Osman b. Said Amri kalkıp şöyle dedi: “Ey Resulullah’ın oğlu, sizden, sizin daha iyi bildiğiniz bir şeyi sormak istiyoruz.” İmam aleyhi’s-selâm, “Ey Osman! Otur” dedi. Sonra “Kimse dışarıya çıkmasın” buyurarak öfkeli bir halde ayağa kalktı.

Sonra, “Ey Osman!” diye buyurdu. Osman ayağa kalkarak; “Buyurun Efendim.” Dedi. İmam aleyhi’s-selâm şöyle devam ettiler:

-Neden yanıma geldiğinizi söyleyeyim mi?

Orada olanlar da:

-Buyurun, ey Resulullah’ın evladı, dediler.

İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu:

-Benden sonraki İmam’ın kim olduğunu sormak için geldiniz.

Onlar da:

-Evet, ey Resulullah’ın oğlu, diye cevap verdiler.

Bu arada İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’a çok benzeyen ay parçası gibi bir erkek çocuğu karşımızda gördük. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu:

-Benden sonra bu, sizin İmamınız ve benim halifemdir. Ona uyun ve dağılmayın; yoksa dininiz konusunda felakete uğrarsınız. Bilin ki, bugünden sonra, artık onu görmeyeceksiniz. Öyleyse, Osman b. Said ondan size ne getirirse kabul edin. O sizin İmamınızın naibidir. [15]

Osman b. Said’in Hz. Mehdi (a.s)’ın Doğumu İçin Yemek Vermekle Görevlendirilmesi

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm dünyaya geldiği zaman, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Osman b. Said’i çağırttı. Ona kurban kesmesini emretti. Şeyh Saduk bu konuyu şöyle beyan ediyor: Ebu Cafer Muhammed b. Osman Amri şöyle diyor:

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm dünyaya geldiği zaman İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu: “Osman b. Said’in peşine birisini gönderin.” Biri Osman b. Said’i çağırmaya gitti. O gelince, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm şöyle buyurdular: 10 bin rıtl ekmek ve 10 bin rıtl et al ve onları dağıt (Ravi diyor ki: Zannediyorum, Beni Haşim’e dağıt diye, buyurdular) ve Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm dünyaya geldiği için birçok koyun kes.” [16]

Bu olay Osman b. Said’in İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın yanındaki mevkiini göstermektedir. Çünkü bir taraftan Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın doğumunun gizli kalması ve düşmanların doğumundan haberdar olmaması, öte yandan da bazı özel şahısların şüphe ve tereddütte kalmaması bundan haberi olması gerekiyordu. İşte böyle zor bir vazife Osman b. Said’in üzerine bırakılıyordu.

Osman b. Said’in, İmam Hasan Askeri (a.s)’dan Sonraki İmamı Bazı Özellikleri İle Tanıtması

Abdullah b. Cafer Himyeri şöyle diyor: Ben ve Şeyh Ebu Amr (Osman b. Said) Ahmed b. İshak’ın yanına gittik. Ahmed b. İshak, bana işaret edip Şeyhten İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’da sonraki İmamı sormamı istedi. Ben ona dedim ki:

“Ey Ebu Amr, ben şüphe etmediğim bir şey hakkında senden soru sormak istiyorum. Çünkü ben, dünyanın kıyametten 40 gün öncesine kadar hiçbir zaman hüccetsiz kalmayacağı inancındayım. O gün geldiğinde hüccet gidecek ve tövbe yolu kapanacaktır. [17] Ama ben yakinimin artmasını istiyorum. Hz. İbrahim aleyhi’s-selâm Rabbinden ona ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istedi. Allah Teala, “İman getirmedin mi?” diye buyurdu. O da iman getirmişim ama kalbimin mutmain olması için (senden bunu istedim) dedi.” [18]

Ahmed b. İshak sizin hakkınızda bana şu hadisi nakletmiştir ki: İmam Ali Naki aleyhi’s-selâm’dan, “Kiminle muamele edeyim? Dinin hükümlerini kimden öğreneyim? Kimin sözünü kabul edeyim?” diye sorduğumda İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdular:

“Amri benim güvendiğim kimsedir; sana neyi naklederse benden naklediyor ve sana ne söylese benden taraf söylüyordur. Onu dinle ve ona itaat et. Çünkü o güvenilir ve emindir.”

Yine, Ahmed b. İshak bana nakletmiştir ki: Aynı soruyu İmam Hasan Asker aleyhi’s-selâm’dan sordum. O da şöyle buyurdu:

“Amri ve oğlu güvenilir kimselerdirler. Sana ne ulaştırsalar bendendir, ne söyleseler bendendir. Onları dinle ve onlara itaat et. Çünkü onlar güvenilir ve emindirler.”

İşte iki İmam aleyhi’s-selâm sizin hakkınızda bunları buyurmuşlar.

Bu sözlerim üzerine Ebu Amr secdeye düşüp Allah’a şükretti ve sevinç gözyaşları gözlerinden akmaya başladı. Sonra, sorunu sor” dedi. “Siz İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın halifesini gördünüz mü?” dedim

“Evet, Allah’a andolsun ki gördüm” diye cevap verdi: Sonra şöyle dedim:

“Bir mesele daha kaldı.” dedim. “Söyle” dedi. Ben de, “Onun adı nedir?” diye sordum. Şu cevabı verdi: “Bu soruyu sormanız size haramdır. Ben bunu kendimden söylemiyorum. Çünkü kendi tarafımdan bir şeyi helal ya da haram edemem. Bu, İmam’ın sözüdür. Çünkü bu konu Sultana (Abbası Halifesi Mütemid) şöyle ulaştırılmıştır: İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm çocuğu olmadan vefat etti; Bunun üzerine Onun mirası bölüştürüldü; hakkı olmayan şahıs (Cafer-i Kezzab) onu alıp yedi; ailesi dağıldı; kimse onlarla tanışmak ya da onlara bir şey ulaştırmaya cesaret edemez hale geldi. Onun ismi dillere düşerse takip ederler. Allah’tan korkun ve bu işten vazgeçin” [19]

Bu hadiste şu hususlar dikkat çekiyor: Şiiler düşmanın korkusundan İmam aleyhi’s-selâm’ın adını söyleyemiyorlar, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’dan kalan malları Cafer-i Kezzab sahipleniyor ve Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm bazı maslahatlardan dolayı görünmüyor. Ayrıca bu hadiste Osman b. Said’le ilgili üç önemli noktaya işaret edilmiştir:

a) Osman b. Said iki İmam aleyhi’s-selâm tarafından emin olarak tanıtılmıştır.

b) Osman b. Said’in çok mütevazı olduğu görülüyor. Çünkü iki İmamın ondan razı oluğunu duyunca şükür secdesine kapanıyor, sevinç gözyaşları döküyor ve asla kibire kapılmıyor.

c) İmam aleyhi’s-selâm’a itaat ettiğini ilan ediyor. Ravi, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın adını sorduğunda: “Haramdır. Ben bunu kendi yanımdan demiyorum. Çünkü ben bir şeyi helal ya da haram edemem. Bu İmam aleyhi’s-selâm’ın emridir.” diye cevap veriyor.

Belki de bu özelliklerinden dolayıdır ki, başka takvalı ve büyük insanlar olmasına rağmen, o, İmam aleyhi’s-selâm’ın naibi olma iftiharına ulaşmıştır.

Diğer bir hadiste şöyledir: Hamdan Kallasi şöyle diyor: “Amri’ye, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm vefat etti” dediğimde şöyle dedi:

“O vefat etti, ama aranızda birisi vardır ki o, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın halifesidir.” [20]

Osman b. Said: İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Naiplerinin Başkanı

İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın yazdığı en uzun mektup, İshak b. İsmail Nişaburi’ye yazdığı mektuptur. Bu mektup değerli ahlaki öğütlerle doludur. Keşşi’ni rivayetine göre, Osman b. Said 11. İmam aleyhi’s-selâm’ın zamanından bu yana naiplerin başkanı idi. Yani Şiilerin naipleri vesilesiyle gönderdikleri paraların hepsi Osman b. Said’e teslim ediliyordu, o da bunları İmam aleyhi’s-selâm’a ulaştırıyordu. [21]

Mektubun bir yerinde şöyle yazılıdır: “Osman b. Said Amri’yi görmeden şehirden dışarı çıkma. Bizim de selamımızı ona ulaştır. O, emin ve güvenilirdir. Bize herkesten yakın olan odur. Çeşitli bölgelerden her ne kadar mal gelirse sonunda onun eline yetişir, o da bize ulaştırır.” [22]

İmam Hasan Askeri (a.s)’ın, Osman b. Said’i, İmam Zaman (a.s)’ın Naibi Olarak Tanıtması

Şeyh Ubeydullah b. Abdullah Esedabadi “Mukanna” adlı kitabında şöyle yazıyor: “İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm, Ebu Muhammed Osman b. Said Amri’yi kendi zamanında Şiilerle kendisi arasında aracı olması için naip tayin etti. Ölümü yaklaştığı zaman, Osman b. Said’e, Şiileri toplamasını emretti. Şiiler toplandığı zaman, oğlu Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ı kendi halifesi ve Ebu Muhammed Osman b. Said’i ise Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın naibi olarak tanıttı ve, “Kimin bir ihtiyacı olursa Osman b. Said’e başvursun; nasıl ki benim zamanımda da ona başvuruyordunuz” buyurdu ve ailesini ona emanet etti.”

Osman b. Said’in, İmam Hasan Askeri (a.s)’ın Kefen ve Defin Merasimini Üstlenmesi

İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Hicri 260 yılının Rebiulevvel ayının 1. günü hastalandı. Hastalığı gün geçtikçe şiddetleniyordu. Sonunda Rebiul evvel ayının 8. günü, 28 yaşındayken dünyadan göçtü. [23]

İmam aleyhi’s-selâm tabii ölümle mi vefat etti, yoksa şehid mi oldu, bu konuda görüş ayrılığı vardır.

Hadisler ve tarihi kaynaklar, İmam aleyhi’s-selâm’ın şehid olduğunu göstermektedir. Bunu yeri geldiği zaman genişçe ele almak gerekir.

İmam aleyhi’s-selâm’ın şahadeti Samerra’da duyulduğunda, şehir mateme boğuldu. Halk cenaze merasimine katılmak için adeta yarışa girmişlerdi. O gün kıyamet kopmuş gibiydi. Beni Haşim, kadılar, katipler ve diğerleri cenaze merasimi için hazırlanmışlardı. [24]

Osman b. Said, İmam aleyhi’s-selâm’ın guslünde hazırdı. Kefen, hunut ve defin işlerini şahsen kendisi yapmıştır. [25]

Şeyh’in ibaresinden anlaşılan, Osman b. Said’in gusül vermediğidir. Çünkü o şöyle diyor: “İmam aleyhi’s-selâm’ın guslünde Osman b. Said de vardı.”

İmam aleyhi’s-selâm’ın guslünü kimin verdiği konusunda Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın kendilerinin gusül verdiği ve Osman b. Said’in de orada bulunduğunu söyleyebiliriz.

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm, aralarında Osman b. Said’in de bulunduğu bir grupla, babası aleyhi’s-selâm’ın cenazesine namaz kıldı. Cenaze odadan dışarı çıkarıldı ve halkın huzurunda namaz yeniden kılındı.

Osman b. Said ve Onun İmam Zaman (a.s) Tarafından Naip Olması

İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm Osman b. Said’i, 260 Hicri yılında (Şiilerden 40 kişinin, ondan aleyhi’s-selâm sonra kimin İmam olacağı konusunun sorulacağı mecliste) onu İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın Naibi olarak tanıtmıştır. Aynı şekilde İmam Mehdi aleyhi’s-selâm, Osman b. Said’in vekaletini Kum heyetinin yanında işaret etmiş ve onları Osman b. Said’in yanına göndermişti. [26]

Hz. Mehdi (a.s)’ın Osman b. Said ve Oğluna Hitaben Gönderdiği Mektup

Birinci naip Osman b. Said ve oğlunun Hz. Mehdi’nin yanındaki değerli mevkiini anlamak için, onlara hitaben İmam’ın gönderdiği mektuplara bakmak yeterlidir sanıyorum. Şimdi bu mektuplardan bazı örnekler sunacağız.

1- Şeyh Sadık “Kemal-ud Din”de şöyle yazıyor: “Bu Mektup Osman b. Said ve oğlunun iftiharına, Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm tarafından yazılmıştır. Bu mektubu Saad b. Abdullah Eş’ari nakletmiştir. Şeyh Ebu Abdullah Cafer şöyle diyor: “Ben onu Saad b. Abdullah Eşari’nin hattıyla gördüm, mektup şöyledir.

2- Bu, Hz. Bakiyyetullah’dan, Osman b. Said-i Amrî ve oğlu Muhammed b. Osman’a gönderilen tevkidir. Sa’d b. Abdullah onu rivayet etmiştir. Şeyh Ebu Cafer mektubun Sa’d b. Abdullah’ın hattıyla kaydedildiğini söylemiştir. [27] Mektup şöyledir:

Allah Teala sizi kendi itaatine muvaffak, dininde sabit ve rızasına mesut kılsın.

Meysemî’nin [28] Muhtar’dan, onun Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın Cafer b. Ali’den başka halefi olmadığına dair iddialarıyla ilgili size verdiği haberler bana ulaştı, yazdığınız tüm şeyleri ve halkın onun hakkındaki sözlerini anladım.

Ben basiretten sonra körlükten, hidayetten sonra sapıklıktan ve fiillerin kötü sonucundan ve fitnelerden Allah’a sığınıyorum. Allah Teala buyuruyor ki: “Elif Lam Mim İnsanlar yalnızca iman ettik diyerek sınanmadan bırakılı verileceklerini mi sandılar.” (Ankebut/2)

Bu insanlar nasıl fitneye düşüyor, hayranlık içerisinde dolaşıp duruyor, sağa ve sola meylediyorlar? Bunlar dinden mi uzaklaşmışlar, yoksa tereddüde mi kapılmışlar, yoksa hakka karşı inat mı ediyorlar, yoksa doğru rivayetlerin ve sahih hadislerin getirdiği (açıkladığı) şeyden mi haberleri yoktur? Veya haberleri var da kendilerini bilmezliğe mi vuruyorlar?

Yeryüzünün, Allah’ın zahir veya gizli hüccetinden boş kalmayacağını bilmiyorlar mı?

Acaba Peygamber’den sonra İmamların birbirinin ardınca sırasıyla geldiğini ve İmametin Allah’ın emriyle önceki İmama (Hz. Hasan Askeri’ye) ulaştığını, o da önceki babalarının mevkisinde oturup halkı hakka ve doğru yola hidayet ettiğini bilmiyorlar mı?

O, aydınlatıcı bir nur, ışık saçan bir yıldız, parlayan bir aydı. Allah Teala kendi katında olanı onun için seçti (onu kendi rahmetine götürdü). O da babalarının tuttuğu yolu tuttu, kendisinden alınan ahd üzere onların ayaklarının yerine ayak bastı, o belirlenen bir ahd üzere kendi vasisini belirledi, Allah o vasiyi, bir müddete kadar kendi emriyle sakladı, kendi takdiri gereği iradesiyle onun yerini gizli tuttu. Onun mevkisi bizim aramızdadır, onun fazileti bizim içindir. Eğer Allah , ondan men ettiği şeyi ona izin verir ve gizli kalmasındaki hükmünü ondan kaldırırsa, hakkı en güzel biçimde, en açık delille ve en aşikar nişanesiyle onlara gösterir, zuhur ederek, hüccet ve delilini ikame eder. Ama Allah’ın takdiri mağlup olmaz, iradesi reddedilmez ve tevfikinden ileri geçilmez.

Öyleyse heva ve hevese uymayı terk etmelidirler, durdukları esas üzere durmalıdırlar; onlardan gizletilen şey hususunda araştırmaya kalkışmasınlar ki günaha düşerler; Allah’ın sırrını keşfetmeye koyulmasınlar ki pişman olurlar. Bilmelidirler ki, hak bizimledir ve bizim aramızdadır. Bizden başka bu sözü söyleyen yalancı ve iftiracıdır. Bizden başka bunu iddia eden sapık ve azgındır. Bizden bu cümleyle yetinsinler, tefsirini istemesinler bu kinayeye kanaat etsinler, açıklamasına gitmesinler. Allah’ın izniyle bu kinaye onlar için yeterlidir.

2- Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın kendi mübarek yazısıyla Osman b. Said-i Amri’nin eline ulaşan mektuplardan bir diğeri, gaybet konusunda her türlü şek ve şüpheyi silip atan, bizleri doğru yolda yürümeye, sağa sola sapmamaya davet eden mektuptur.

Allame Meclisi, “İhticac” kitabından, Şeyh Ebu Amr-i Amiri’den şöyle naklediyor: “İbn-i Ebi Ganim-i Kazvini ve Şiilerden bir grup, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın oğlu konusunda tartıştılar. İbn-i Ebi Ganim, İmam aleyhi’s-selâm’ın dünyadan göçtüğü ve evladı olmadığı görüşünde idi. Şiiler bu konuda bir mektup yazıp, Ebu Amr aracılığıyla Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’a gönderdiler.

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm, onların mektuplarının cevabını kendi mübarek el yazısıyla şöyle yazdılar:

“Bismillahirrahmanirrahim. Allah bizi ve sizi fitnelerden korusun. Bize ve size yakin ruhunu lütfetsin. Bizi ve sizi kötü sondan ve kötü akıbetten korusun.

Bir grubun dinlerinde şüpheye düştükleri bize ulaştı. İmamları konusunda tereddüde düşmüşler. Bu haber bizi çok üzdü. Bizim bu üzüntümüz teessüfümüz, sizin içindir, kendimiz için değil. Çünkü Allah bizimledir ve O’ndan başkasına ihtiyacımız yoktur. Hak bizimledir. Kimsenin bizden uzaklaşması bizi yalnızlığa itmez. Biz Allah’ın yapıtlarıyız, diğer insanlarsa bizim varlığımızın bereketiyle meydana gelmişlerdir. Sizlere ne oluyor, dalalet vadisinde bocalayıp duruyorsunuz? Allah Tebarek ve Teala’nın şöyle buyurduğunu duymadınız mı? “Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve içinizden olan Emir sahiplerine de.” [29]

Geçmiş İmamlar ve onların halefi hakkında size ulaşan hadislerden haberiniz yok mu? İmamlarınız için nasıl bir yazgının yazıldığını bilmiyor musunuz? Daha önce bunlar size ulaşmadı mı? Allah’ın sizin doğru yolu için ne gibi meşaleler yaktığını, sizin için nasıl sığınaklar öngördüğünü görmüyor musunuz? Ebu-l Beşer Adem’den, bir önceki İmama (İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’a) kadar ne zaman bir bayrak kaybolduysa, bir başka bayrak dikdi; ne zaman bir yıldız battıysa, yerine bir başkası doğdu.

Babamın vefat etmesiyle Allah’ın, kendi dinini batıl edeceğini ve kullarıyla arasındaki bağı keseceğini mi sandınız?! Hayır, hiçbir zaman böyle bir şey olmamıştır ve kıyamete kadar da olmayacaktır. Ve sonunda, hoşlanmasanız da, Allah’ın iradesi gerçekleşecektir.

Babam, babalarının yolunda yürüdü ve sonunda saadetli bir şekilde bu dünyadan göçtü. Ama onun ilmi bizim yanımızdadır, vasiyeti bizdedir, ahlakı ve halifeliği bizdedir. Zalimlerin dışında kimse bu makamda bizimle çekişmemiştir. Kafir ve mülhitlerin dışında bizden başka kimse bu iddiayı etmez.

Allah’ın (özel) iradesi olmasaydı -ki O’nun işi hiç bir zaman mağlup olmaz ve sırrı açığa çıkmaz- hakkımızı aşikâr eder, kalplerinizi aydınlatır, her türlü şek ve şüpheyi kalplerinizden silerdi. Ama O’nun istediği olacaktır. Her sürenin bir kitabı vardır. (Her şey Levh-i Mahfuz’da yazılıdır.)

Öyleyse Allah’tan korkun, O’na teslim olun. İşleri bize bırakın, bize getirin ki, emir olunduğumuz şekilde, size emir verelim. Sizden gizlenen şeyin üzerini açmaya çalışmayın. Doğru yoldan sapıp eğri yola gitmeyin. Bize yönelişinizde Peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve alih’in açık sünneti esası üzerine hareket edin, ifrat ve tefrite düşmeyin. Böylece ben sizin hayrınıza olanı söyledim. Allah bana ve size şahittir.

Sizin ıslah ve hidayetinize olan ilgimiz ve size olan muhabbetimiz olmasaydı, sizden yüz çevirir, vazifemiz olan sapmış azıtmış zalimlerle savaşırdık. Rabbiyle mücadele eden zalim tağut yersiz iddialar etmiş itaati farz olan İmamını inkar etmiştir. Halbuki ben de Peygamber-i Ekrem’e bir benzerlik vardır ve o ilahi örneğe güzel bir şekilde uymaktayım. Ama cahil, cehaletinin peşinden giderek uçuruma yuvarlandı. Kafirler çok yakında ölümsüz dünya kimin için olduğunu bilecekler. Allah bizi ve sizleri, rahmetiyle tehlikelerden, belalardan ve kötülüklerden korusun. O rahmetin sahibidir. İstediği her şeye gücü yeter. O, sizin ve bizim velimiz ve koruyucumuzdur. Allah’ın selam, rahmet ve bereketleri bütün vasilere ve müminlere olsun. [30]

Osman b. Said’in Yalancı Cafer’le Mücadeledeki Rolü

Bilindiği üzere Cafer, İmam Hadi aleyhi’s-selâm’ın oğlu ve İmam Askeri aleyhi’s-selâm’ın kardeşidir. İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm şehid olduktan sonra -yalan yere- İmamlık iddiasında bulundu. O, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın görünürde şer’i bir varisi ve halifesi olmadığını görünce, fırsatı ganimet bilip İmamet ve Velayet makamına sahip olmak ve İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın mallarını ele geçirmek için harekete geçti.

Bunun için de, İmam aleyhi’s-selâm’ın şahadetinden sonra, halk cenazeyi evden çıkarmadan önce Cafer kapının önünde durup kardeşinin şahadeti dolayısıyla başsağlığı dileklerine, cevap veriyor ve kendisinin İmam’ın vasi ve varisi olduğunu iddia ediyordu.

Şiiler, yalancı Cafer’in, yalan yere İmamet iddiasında bulunduğunu, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın şer’i varisini inkar ettiğini, İmam aleyhi’s-selâm’dan geriye kalan mallara el koymaya çalıştığını ve Abbasilerin de onu desteklediğini görünce, Osman b. Said’in yanına gidip, Cafer olayının açıklığa kavuşturulması ve onun halkın inancını bozmasına müsaade edilmemesi, bunu için İmam-ı Zaman aleyhi’s-selâm’dan bir mektup getirip, onu rezil etmesini istediler.

Olay şundan ibaretti: Cafer, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın Şiilerinden birine bir mektup yazdı. Mektupta şöyle diyordu: “Kardeşimden sonra İmam benim. Helal- haram ilmi ve bütün ilimler benim yanımdadır.” Mektup o şahsın eline ulaşınca rahatsız olur ve onda yazılanlardan şüpheye düşüyor. Bu yüzden mektubu Ahmed b. İshak-ı Eş’ari’nin yanına götürüyor. Çünkü o, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın has ashabından ve yakın dostlarındandı. Meseleyi ona anlatıyor. Ahmed b. İshak da bu mektubu, kendi yazdığı mektubun içine koyup Osman b. Said’in vasıtasıyla İmam-ı Zaman aleyhi’s-selâm’a gönderiyor. İmam Ahmed b. İshak’a bir mektup yazıyor. Mektup çok sert bir dille yazılmış ve güçlü delillerle Cafer’in İmametini reddediyor. [31]

Bu mektubun bir kısmını Tabersi’nin el- İhticac’ından naklediyoruz:

“Bismillahirrahmanirrahim. Allah seni doğru yolda payidar kılsın. Göndermiş olduğun mektubun ve içine koyduğun öteki mektup bana ulaştı. İçindeki bazı yanlışlara rağmen mektubun tüm içeriğinden haberdar oldum. Eğer ona dikkatle baksaydın benim anladığım şeyi sen de anlardın.

Allah’a yalan isnat edip, İmamet iddiasında bulunan o fasid (Cafer-i Kezzab), bilmiyorum neyine güvenerek bu işe yeltendi? Eğer fıkıh ve dinin hükümlerindeki bilgisine güveniyorsa, Allah’a and olsun o, helal ile haramı birbirinden ayıramaz ve doğruyla yanlış arasındaki farkı bilemez. Eğer ilmiyle övünüyorsa, gerçek şu ki o, hakla batılı, muhkem ayetlerle müteşabih ayetleri birbirlerinden ayıramaz. O, namazın vakitleri ve erkanını dahi bilmez. Eğer takvasına güveniyorsa, Allah şahittir, sihirbazlığı öğrenmek için 40 gün namazını terk etti. Bunu belki siz de biliyorsunuz. Onun şarap kaplarını herkes görmüştür.”

Bütün bunların yanı sıra onun Allah’ın emir ve yasaklarına isyanı herkesin bildiği bir şeydir. İddiası mucizeyi gerektirmektedir. Mucizesini getirip göstersin. Hücceti varsa getirsin; delili varsa söylesin.” [32]

Osman b. Said’in Faaliyetlerinin Merkezi: Bağdat

İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm dünyadan göçtükten sonra, ilk naip, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın emriyle Bağdat’a gitti. Bağdat, düşmanın gözünden uzaktı ve Samerra’daki baskı orada yoktu. Osman b. Said, üzerine düşen ağır vazifeyi orada en güzel şekliyle yerine getirebilirdi.

Osman b. Said’in Naipliğinin Halkın İçinde Sabitleşmesi

Osman b. Said’in, ömrünü ihlaslı bir şekilde 10. ve 11. İmam’a hizmet ile geçirmesi ve her iki İmam’ın nezdinde yüksek bir mevkiye sahip olması, onun naiplik ve doğruluğunda hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Özellikle, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın mübarek ömürlerinin son günlerinde Osman b. Said’in İmam aleyhi’s-selâm’ın bakıcılığını yapmış, guslünde bulunmuş ve İmam aleyhi’s-selâm’ı kefenleyip defnetmiş olması onun Ehl-i Beyt yanındaki yüksek mevkisinin bir ifadesi sayılırdı. Onun bu seçkin konumu, has Şiilerin, ona itaat edip, emirlerini yerine getirmelerine sebep olmuştu. Ama, Şiilerin geneli Osman b. Said’in konumundan haberleri yoktu ve İmam aleyhi’s-selâm’ın gaybetinden sonra kime başvuracaklarını bilmiyorlardı. Öte yandan, devlet ve bazı fırsatçılar, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın halifesi olmadığı yolunda propaganda yapmışlardı. Bu nedenlerden dolayı Şiiler Osman b. Said’e humus vermekten çekiniyorlardı. Şiiler, 12. İmam aleyhi’s-selâm’ın naibi olduğunu ispatlaması için keramet istiyorlardı. Bu nedenle Osman b. Said, bazı zamanlar İmam aleyhi’s-selâm’ın vasıtasıyla kerametler gösteriyordu. Bu şekilde İmam aleyhi’s-selâm’ın naibi olduğunu ispat ediyordu. Bu konuda bazı kıssalar da nakledilmiştir. Örneğin:

1- Şeyh Saduk, “Kemal-ud Din” adlı eserinde şöyle yazıyor:

“Muhammd b. Ali Esved (r.a) diyor ki: Bir gün kadının biri bana bir kumaş verdi ve şöyle dedi:

-Bunu Osman b. Said’e ver.

Ben o kumaşı diğer birçok kumaşla birlikte Osman b. Said’e vermek üzere Bağdat’a götürdüm. Bağdat’a ulaştığımda Osman b. Said onları Muhammed b. Abbas-ı Kummi’ye vermemi söyledi. Ben de o kadının verdiği kumaş dışında hepsini ona verdim.

Bir müddet sonra Osman b. Said bana haber yollayarak yaşlı kadının verdiği kumaşı istedi. Bunun üzerine, o kadının da İmam malı olarak bana bir kumaş verdiğini hatırladım. Onu aradım, ama bulamadım. Osman b. Said bana şöyle dedi:

-Üzülme onu yakında bulacaksın.

Sonra onu buldum. Oysa yanımdaki malların listesi Osman b. Saidi’de yoktu.”

2- Muhammed b. İbrahim b. Mehziyar şöyle diyor: “Babam, Allah’ın rahmetine kavuştuğu zaman bana bir miktar mal verdi ve bir alamet belirledi. Bu alametten Allah-u Teala’dan başka kimsenin haberi yoktu. Sonra: “Kim bu alameti söylerse malı ona verirsin.” dedi.

Muhammed b. İbrahim b. Mehziyar daha sonra şöyle diyor: “Bağdat’a gittim ve “Han” mahallesinde bir eve yerleştim. İkinci gün biri gelip kapıyı çaldı. Hizmetçiye: “Git bak kimdir” dedim. Hizmetçi de, “Kapının önünde yaşlı birisi var” dedi. Ben o yaşlı adama: “Buyurun, içeri gelin” dedim. O da gelip oturdu ve şöyle dedi:

-Ben Amri’yim (Osman b. Said). Yanında olan mallar şunlardır. Onları bana teslim et.

Babamın söylemiş olduğu alameti de söyledi. Ben de malları ona teslim ettim.” [33]

Birinci Naibin Vefatı

Osman b. Said, İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’dan sonra H. 264 ya da 265 yılında Bağdat’ta vefat etti ve mübarek naaşı orada toprağa verildi. Kabri bugüne kadar önemli ziyaret yerlerinden birisi olmuştur. [34]

Hz. Mehdi (a.s)’ın Birinci Naip İçin Başsağlığı Mektubu Göndermesi

Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın birinci naibi dünyadan göçtükten sonra, Şiiler büyük bir üzüntüye boğuldular. İmam aleyhi’s-selâm da çok mahzun olmuş ve Osman b. Said’in oğlu Muhammed b. Osman’a bir başsağlığı mektubu göndermişti. İmam aleyhi’s-selâm bu mektubunda, vazifesini eksiksiz yerine getirdiğinden dolayı Osman b. Said’den tam anlamıyla razı olduğunu belirtip, onun için Allah’tan af ve mağfiret diliyordu. Ayrıca onun olmayışından yalnızlık hissettiğini ve oğlunu onun yerine naip seçtiğini buyuruyordu. Mektubun bir yerinde İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurmaktadır:

“Allah’tan geldik, Allah’a döneceğiz. Allah’ın emrine teslim ve ilahi kazaya razıyız. Baban saadetli bir şekilde yaşadı ve güzel bir şekilde dünyadan göçtü. Allah ona rahmet etsin. Onu kendi dost ve velilerinin içine katsın. O her zaman onların yolunda çaba gösterdi ve kendisini Allah’a yaklaştıracak şeyler için çok çalıştı. Allah-u Teala onun yüzünü ak etsin ve hatalarını bağışlasın.”

Diğer bir bölümünde şöyle buyuruyor:

“Allah sana büyük mükafat ve güzel sabır versin. Biz ve siz bu olaydan dolayı gamlı ve üzgünüz. Onun ayrılığından dolayı siz ve biz hüzne boğulduk. Allah onu sevindirsin. Ne mutlu ona ki, Allah ona senin gibi bir evlat vermiştir. Sen onun yerine geçecek, vazifesini üstleneceksin. Allah’tan onun için rahmet ve mağfiret dile.” [35]

Bu mektuplara dikkat eden, onun Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın yanındaki makamının ne kadar yüce olduğunu anlar.

Birinci Naibin Naklettiği Hadislerden Bir Kaçı

Osman b. Said’in naiplik süresinin çok az oluşu ve beş yıldan fazla sürmemesi, yine o dönemdeki siyasi ve içtimai durumlar ve gaybet döneminin ilk zamanlarının özellikleri göz önünde tutulursa, zamanının çoğunu bir yandan Şiileri İmam aleyhi’s-selâm’ın gizli yaşadığına inandırmaya, öte yandan düşmanları ve hükümet memurlarını İmam aleyhi’s-selâm’ı takip etmekten ümitlerini kesip caydırmaya çalışmakla geçirdiğinden fazla hadis nakletme fırsatı bulamamıştır. Bu yüzden onun vasıtasıyla ulaşan tevki ve hadisler azdır. Burada Birinci Naipten nakledilen bazı hadisler ve olaylara değinmekte yarar görüyoruz:

1- Muhammed b. İbrahim b. İshak, Ebu Ali b. Hammam’dan nakleder: Muhammed b. Osman-ı Amri’den (İkinci Naip) duydum, şöyle diyordu: Babamdan duydum, diyordu ki: Ben İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm’ın yanındaydım, İmam aleyhi’s-selâm’a babalarından rivayet edilen şu hadisi sordular: “Yeryüzü kıyamete kadar asla Allah’ın, halkın üzerine olan hüccetinden boş kalmaz. Şüphesiz ki zamanın İmamını tanımadan ölen, cahiliye ölümüyle, (yani şirk ve küfür üzerine) ölmüş olur.” İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu:

-Günün aydınlığı nasıl haksa bu hadis de haktır.

İmam aleyhi’s-selâm’a şöyle denildi:

Ey Peygamber’in oğlu! Sizden sonraki hüccet ve İmam kimdir?

İmam Hasan Askeri aleyhi’s-selâm şöyle buyurdu:

-Oğlum Muhammed benden sonraki İmam ve hüccettir. Kim onu tanımadan ölürse, cahiliye ölümüyle ölmüş olur. Bilin! Onun gaybeti olacaktır. Cahiller bu konuda şaşkına dönecek, batılın peşinden gidenler helak olacaktır. Onun zuhuru için zaman belirleyenler yalan söylerler. Sonra o kıyam edecektir. Başının üstündeki beyaz bayrakların, Kufe’nin yüksekliklerinde (Necef’te) hareket ettiğini görür gibiyim.” [36]

2- İshak b. Yakup şöyle diyor: Osman b. Said’in (Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ın birinci naibi) şöyle dediğini duydum: “Iraklılardan biri yanıma geldi. İmam aleyhi’s-selâm için bir miktar mal getirmişti. İmam aleyhi’s-selâm onu geri verip şöyle buyurdu: “Amca oğlunun hakkı olan 400 dirhemi ayır.” Adam çok şaşırdı. Mallarının hesabını yeniden gözden geçirdiğinde, amcasının oğluna ait olan ektiği tarladan ona düşen payın bir miktarını vermiş, bir miktarını henüz vermemiş olduğu anlaşıldı. Sonra biraz daha dikkatli hesap yaptığında onun tarladan düşen payının, İmam Mehdi aleyhi’s-selâm’ın buyurduğu gibi 400 dirhem olduğunu gördü. Sonra bu miktarı ayırıp geri kalanı teslim etti. İmam Mehdi aleyhi’s-selâm da kabul etti.” [37]

3- Zuhri şöyle diyor: “Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ı çok aradım ve bu yolda epey mal harcadım. Sonra Osman b. Said’e gittim. Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ı görmek için onun yanında kalıp hizmetçiliğini yapmaya başladım.

Birgün Hz. Mehdi aleyhi’s-selâm’ı sordum ona. “Ona ulaşamazsın” dedi. Ben ısrarla İmam aleyhi’s-selâm ’ı görmek istediğimi söyledim. Bunun üzerine “Yarın sabah gel” dedi. Ertesi gün sabahleyin yanına gittiğimde yanında güzel yüzlü, güzel kokulu tüccarlar kıyafetinde bir genci gördüm. Osman b. Said’in yanına yaklaştım. Ama o, işaretle gence doğru dönmemi söyledi. Ben de o gence doğru dönüp kendisinden bazı sorular sordum. Ne sorduysam cevap verdi. Sonra eve girmek için kalkıp gitti. Osman b. Said bana, “ Eğer başka bir şey sormak istiyorsan sor. Çünkü bundan sonra artık onu görmeyeceksin.” dedi. Ben de soru sormak için peşinden gittim. Ama o dinlemedi; eve girdi. Ama eve girerken şu iki cümleyi söyledi:

“Melundur, melundur, yatsı [38] namazını, yıldızların ok gibi geçtiği zamana kadar geciktiren. Melundur, melundur sabah namazını, yıldızların kaybolduğu zamana kadar geciktiren. “Sonra içeri girdi.” [39]

[1] - Sefinet-ul Bihar, c. 6, s. 145-146

[2] - Bihar-ul Envar, c. 102, s. 292

[3] - el-Gaybet, s. 354

[4] - a.g.e, s. 354

[5] - a.g.e, s. 354.

[6] - el-Gaybet, s. 414.

[7] - Rical-ul Tusi, Bab-ul Ayn, No 36, s. 420.

[8] - a.g.e. No: 26, s. 434.

[9] - a.g.e. Bab-ul Mim, No: 101, s. 509.

[10] - Ricalu İbn-i Davud, 1. Kısım, Bab-ul Ayn, No: 99, s. 133.

[11] - Rical-us Seyyid Bahr-ul Ulum (el-Fevaid-ul Ricaliyye diye de tanınmaktadır), c. 4, s. 127.

[12] - el-Gaybet, s. 354, 315. Hadis; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 344.

[13] - el-Gaybet, s 354, Hadis: 315.

[14] - el-Gaybet, s 355, Hadis: 317; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 345.

[15] - el-Gaybet, s 357, Hadis: 319.

[16] - Kemal-ud Din, c. 2, Bab: 42, Hadis: 6, s. 430.

[17] - En’am/158.

[18] - Bakara/260.

[19] - Usul-ul Kafi, c. 2, s. 120, 1. Hadis.

[20] - Usul-ul Kafi, c. 2, 4. Hadis, s. 122.

[21] - Tarih-i Siyasiy-i Gaybet-i İmam-ı Devazdehum, s. 149.

[22] - İhtiyar-u Marifet-ir Rical(Rical-i Keşşi), c. 2, s. 844, No: 1088; Bihar-ul Envar, c. 50, s. 323.

[23] - el-İrşad, s. 345; Menakıb, c. 3, s. 525.

[24] - Kemal-ud Din, c. 1, s. 43.

[25] - el-Gaybet, s. 356, 318. Hadis.

[26] - Kemal-ud Din, c. 2, s. 476, 26. Hadis.

[27] - Kemal-ud Din, c. 2, s. 510. Bihar-ul Envar, c. 53,s. 190.

[28] - Meysemî’nin kim olduğu hakkında ihtilaf vardır. Eğer Muhammed b. Hasan b. Ziyad-i Meysemi olursa, bu adam Hz. Rıza’nın ashabından, güvenilir bir şahıstır. Ama Ahmed b. Meysemi olursa Necaşî onun vakıfi olduğunu, yani İmam Musa b. Cafer’in İmametinde tavakkuf ettiğini söylemiştir. Her halukârda naklettiği hadislere güvenilebilir. Şia’nın büyük mütekellimlerinden olan Ali b. İsmail b. Şuayb b. Meysem b. Yahya Tammar da olabilir. Muhtar’ın da kim olduğunda ihtilaf vardır. Fazla bilgi için şu kitaplara müracaat edebilir: Cami-ur Ruvat, c. 2, s. 452; Vesail-üş Şia, c. 20, s. 390.

[29] - Nisa/53.

[30] - Bihar-ul Envar, c. 53, Bab-u Tevkiat, 9. hadis, s. 178; el-Gaybet, s. 285; el-İhticac, c.2, s.466.

[31] - Tarih-i Samerra, c.2, s.253, İhticac (Tabersi), c.2, s. 468.

[32] - Tabersi, el- İhticac, c.2, s.468.

[33] - Keşşi, İhtiyaru Marifet-ir Rical, c. 2, s. 813

[34] - Tarih-i Samerra, c. 3, s. 318.

[35] - el Gaybet, s. 361, 324. hadis; Kemal-ud Din, c. 2, s. 510, 41. hadis; Bab-u Tevkit. Bihar-ul Envar, c. 51, s. 347 ve c. 51, s. 347; el-Haraic, c. 3, s. 112; Müntehab-ul Envar-il Muziyye, s. 128.

[36] - Kemal-ud Din, c. 2, s. 81, 9. hadis; Bihar-ul Envar, c. 51, s. 160, 7. hadis; Vesail uş Şia, c. 16, Bab. 33, s. 247.

[37] - Biharu-ul Envar, c. 51, s. 326, 45. hadis; Tarih-i Samerra, c. 3, s. 321 el-Gaybet, s. 271, 236. hadis.

[38] - Mehdi-yi Mev’ud, s. 738 ve el-Gaybet, s. 271.

[39] - el-Gaybet, s. 271; Bihar -ul Envar, c.52, s. 15, 13, hadis.